Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


     Orhan Koloğlu'nun Tarih ve Toplum dergisindeki yazısından öğreniyoruz ki İstanbul'un fethinin 500'üncü yılını anma düşüncesi ilk kez 1939 yılında, Atatürk'ün ölümünden bir yıl sonra ortaya atılmış. Ne var ki Yunanistan'ı üzme kaygısıyla 1953'teki ilk fetih kutlaması sönük geçmiş.
     Sonraki yıllarda fetih kutlamaları dallanıp budaklanmış.
     İstanbul'un fethi anılabilir. Ancak "kutlama" garip bir manzara yaratıyor. 550 yıldır Türk olan bir kentin her yıl yeniden fethediliyormuş gibi davranılması garip, hatta savaş ve zorla alımı teşvik etmesi açısından da ayıp değil mi?
     Atatürk'ün aklına neden İstanbul'un fethini anmak gelmemiş?
     Çünkü Atatürk "fetih" merakını bizatihi Osmanlı'nın çöküş sebebi olarak görmüş. Ata 16 Mart 1923 günü diyor ki:
     "Dünyada ülkeler açmanın iki aracı vardır. Biri kılıç, öteki de saban... Zaferinin aracı yanlız kılıçtan oluşan bir ulus bir gün girdiği yerden kovulur. Aşağılandırılır, sefil ve perişan olur... Onun için gerçekten ülkeleri fethetmek yalnız kılıçla değil, sabanla yapılandır..."
     Bir kenti ekonomik olarak fethedemezseniz belki kovulmazsınız... Ama berbat eder bırakırsınız... Gerçek fethin bir kenti cennete çevirmek olacağını biz İstanbul'da tersini gerçekleştirerek çoktan ispatlamadık mı?
     
     Özdeyişler, üzerine makineli tüfek monte edilmiş kelebek gibidir.
     Recep Tayyip Erdoğan'ın da yer aldığı yeni Meclis albümünü gözden geçiriyoruz. Albümün özgeçmiş bölümüne baktığımızda ne mi görüyoruz? Tayyip Bey'in yabancı dil olarak İngilizce bildiğini! Bu bilginin ilgili şahsın bizzat kendisi tarafından verildiği için yanlış ya da yalan olması söz konusu değil! Gelin de o zaman yurtdışı gezilerinde neden İngilizce tercümana ihtiyaç duyduğunu merak etmeyin... Neden "How are you?", "Hello", "Next year inşallah" ötesinde İngilizce tek laf etmediğini sormayın...
     
     Ankara Yenimahalle Belediyesi okul çocuklarına yönelik olarak "İlçemizi tanıyalım" adlı bir kitapçık bastırmış... İlçenin tarihinden bitki örtüsüne, idari yapısından sokak ve mahalle adlarına kadar tüm bilgiler veriliyor.
     Kimi ülkelerde çocuklara yaşadıkları kentler ders olarak okutulur. Bizim çocuklar (ve büyükler) yaşadıkları kentleri dışardan gelen turistler kadar bilmez. Bilmeyen sevemez, sahip çıkmaz, koruyamaz... Neden eğitim programlarına çocuklara yaşadıkları il ve ilçeleri tanıtan dersler konmaz?
     
     Sayıları eş ve çocuklarıyla birlikte 5 - 6 milyonu bulan memurlar 1 Haziran'dan itibaren özel hastanelerde de tedavi olabilecekler. İlk bakışta memurlar adına sevinilecek bir uygulama gibi görünüyor. Peki, biraz daha yakından bakınca ne görünüyor? Ankara Tıp Kurumu Genel Sekreteri Dr. Ali Rıza Üçel'e kulak veriyoruz.
     - Sağlık Bakanı, amaçlarının memurlara daha iyi, daha kaliteli sağlık hizmeti verebilmek olduğunu söylüyor. Bunun da sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinden geçtiğini savunuyor. Bence asıl amaç bu yolla özel sağlık kuruluşlarına kaynak aktarmaktır. Oysa devlet oraya aktaracağı kaynağı kendi sağlık kuruluşları için kullansa bugün şikâyet konusu olan hususların çoğu ortadan kalkar. Sağlıkta özelleştirme uygulamada iyi sonuç vermemiştir.
     - Özel hastane uygulamasının başka sakıncaları?
     - Sayıları 10 bini bile bulmayan milletvekilleri ve yakınları için özel hastanelerin TBMM'ye gönderdikleri şişirilmiş faturaları bile denetleyemeyen devlet, 7 - 8 milyonluk memurlar için çıkarılacak faturaları nasıl denetleyecek? Ayrıca bu uygulama ilaç, tıbbi malzeme tüketimini de inanılmaz derecede körükleyeceği için büyük kaynak israfına yol açacak. Uygulama ilk başta memurların hoşuna gidebilecektir. Ama öyle zannediyorum ki bir süre sonra kendilerinden katkı payı gibi bir ad altında para alınmaya başlandığında onlar da gerçeği göreceklerdir.
     
     Milliyet'in anketi: Kadınların yüzde 64'ü başlarını örtüyor.
     Allah'tan geri kalan yüzde 36'nın başı açık. Yoksa ne Eurovision birincisi Sertab çıkardı, ne Avrupa şampiyonu Süreyya, ne Dünya güzeli Arzu...