Ahmet Sporsever Galatasaray - Kocaeli maçının ertesi günü ilk olarak Hürriyet'i açtı. Hürriyet spor yazarlarının kaleminden maçı okudu. Ona öyle göründü ki Galatasaray bu maçta tek başına oynamış, karşısında herhangi bir takım yer almamıştır. Çünkü yazılar baştan aşağı Galatasaraylı oyuncuların irdelenmesine ayrılmıştı. Kocaeli'nden tek cümle yoktu. Oysa
Ahmet Sporsever de maçı izlemişti. Galatasaray'ı zaten tanıyordu. Merakı birkaç Kocaelili futbolcu üzerinde odaklanmıştı.. Mesela
Ahmet Dursun adlı genç hiç de fena oynamıyordu. Bu gençle ilgili tek bir satır aradı. Bulamadı. Oysa mesela
Baba Turgay'ın yazısında gelecek vaat eden bir futbolcu üzerine bir cümlecik hem o futbolcuyu, hem diğer taşra futbolcularını yüreklendirmek adına ne kadar etkileyici olurdu. Türk futbolunun yarını değil miydi o oyuncular?..
Ahmet Sporsever ertesi gün yine Hürriyet'i açtı, değer verdiği iki yorumcunun;
Kaptan Sanlı ve
Vedat Okyar'ın G.Antep - Beşiktaş maçına ilişkin yorumlarını okudu. Aynı şeydi. Yazılarda başta aşağı yenilen takım anlatılıyor, Gaziantep'in başarısına, futbolcularına, antrenörüne ilişkin tek cümle yer almıyordu. Ortada bir takımın başarısızlığı vardı ama rakibinin başarısı yoktu. Beşiktaş'ı rakibi değil kendi hataları yenmişti yine... Gaziantep bir maç kazanmıştı ama o maçta bile kendini bulamıyordu spor yazarlarının satırlarında.
Ahmet Sporsever bu satırların bir eleştiri değil, değer verdiği yazarlara ilişkin dilek olduğunu ekledi mektubuna. Futbol yazarının yarınlara ilişkin sorumluluğuna ilişkin bir dilek... Yoksa yakın gelecekte bütün Türk takımları 11 yabancıyla çıkacaktı maçlara...
Yazının değeri
Mustafa Balel edebiyat dünyası dışında az tanınan bir isim... Ömrünün 28 yılı Anadolu'da Fransızca öğretmenliğiyle geçmiş... Şimdi 50'lerinde...
"Peygamber Çiçeği" ve
"Asmalı Pencere" adlı 2 romanıyla 4 öykü kitabı ve 40 çevirisi bulunuyor. Ayrıca çocuk kitapları var. Geçenlerde Fransa'da
"Le Transanatolien" adlı, Anadolu öykülerinden oluşan bir kitabı yayınlandı. Olağan satışın üzerinde bir başarıya ulaşmadı kitap... Gerisini bir dostumuzla yaptığı sohbette anlattıklarıyla tamamlayalım:
- Türkiye'de yazdığım kitaplar ve yaptığım çevirilerden hemen hiç para kazanmadım... Ömür boyu öğretmen maaşımla kıt kanaat yaşadım. Fransa'da yayımlanan ve öyle ahım şahım satışa da ulaşmayan kitabımdan gelen parayla ise kendime bir ev aldım... İlk kez başımı sokacak bir evin sahibi oldum.İşte Türkiye'de yazının ve düşüncenin değeri...
*
Cihan Demirci’den LAFORİZMA"Kirli reyting" BBC'de işten atılmaya neden olmuş... Bizde ise "işe alınma" sebebidir!..Kaç türlü olsun?
Ali Sirmen Almanya'ya geçen hafta yaptıkları gezide çok eğlendiğini anlattı telefonda.
- İyi yapmışsınız, dedim, burada oturup
"seçim iki turlu mu olsun, tek turlu mu?" kabilinden tartışmalarla vakit öldüreceğine...
- Zaten o konuyla askerler ilgileniyormuş, dedi...
- Ne gibi?
- Darbe iki turlu mu olsun tek turlu mu, diye..Ali'nin esprileri güldürür adamı...
*
SSK'da bir sigortalının evrakta sahtecilik yaparak 18 kişinin maaşını aldığı ortaya çıkmış. Topla o 18 maaşı... Adamcağız anca geçinebiliyordur...Çocuk düşmanları
Çocuğu bu yıl İstanbul Kocamustafapaşa'da ilkokula başlayan veli ağlamaklı sesle anlatıyor:
- Okulda 1'inci ve 2'inci sınıftaki çocukların çoğunun notları 1 ve 2... Bu notları veren öğretmenler aynı çocuklara kurs açıyor veya daha varlıklı olanların evlerinde özel ders veriyor. Belli ki notlar çocukların ailelerinden para sızdırmak için düşük tutuluyor. Zaten bir veli toplantısında öğretmenlerden biri açık açık:
- Benim aylık masrafım 450 milyon lira, bu parayı mutlaka kazanmam lazım,gibisinden sözler sarfetmiş...
Velinin aktardığı manzara da, bir soygun toplumuna dönüşmekte olan ülkemiz adına çok da saşırtıcı değil... Köşeyi dönme - kimi zamanda geçinme - arzusu bütün değerleri çiğniyor.
Kimi ilkokul öğretmenleri de bu şekilde bir tezgah kurmuş...
Peki ama o çocukların günahı ne? Çocukları hayatın daha ilk basamaklarında umutsuzlandırmak, hayatlarını karartmak hangi vicdana sığar? Çocuk bilir mi, karnesine kaydedilen notların onun hakkı olmayıp velisinden para sızdırmaya dönük sinyaller olduğunu?..
Masamızdaki veli:
- Nitekim, diyor,
geçenlerde ara tatilde bu çocuklardan birinin ailesi gezmeye gidecekken çocuk "Ben gelmem, haketmedim gezmeyi"
diye evde kalmakta diretmiş...
Peki aileler bu manzara karşısında neden sessiz:
- Korkuyoruz, diyor veli, çocuğa takarlarsa çok daha kötü gelişmeler olmasından korkuyoruz...
İyi de... Korkunun geleceğe faydası yok...
Tavsiyemiz... Velilerin biraraya gelmesi...
Durumun bize ve Bakanlığa bildirilmesi...
Teşhir edilmeli bu çocuk düşmanları...
Bunlardan kurtulmanın başka yolu yok...
*Partilere başvuran adayların çoğunu suç işlemiş kişiler oluşturuyormuş. Eh, adam olmak ayrı şey, aday olmak ayrı...
KenanTunç
Dostlara haksızlık
Sabah gazetesinde
Leyla Umar'ın
Mesut Yılmaz'ın eşi
Berna Yılmaz'la yaptığı konuşmayı okuyoruz.
"Baklava çalan çocuklar için içim sızlıyor" başlıklı yazının bir bölümü aynen şöyle:
....
Berna Yılmaz seçimlerde eşiyle gittiği kentlerde sivil toplum örgütleriyle yapacağı faaliyetleri anlatıyor... Gaziantep'de baklava çalmaktan 19 yıla mahkum olan çocuklara daha adil davranılması için çalışacağını söylerken gözleri yaşarıyor,
"Ve hele bunca insan trilyonlar çalıp ortada gezinirken" diyor...
***
Politikacılar ve yakınlarında genelde seçim dönemlerine rastlayan bu tür duygulanmaların yabancısı değiliz. Ancak:
"Ve hele bunca insan trilyonlar çalıp ortada gezinirken" sözüne itirazımız var.
Cümle:
"Ve hele pist ihalesinde, otoyol vurgununda ya da meclis koltukları yolsuzluğunda trilyonlar çalanlar bizi bayram tatillerinde Bodrum'da ağırlarken... Yatlarında gezdirirken..." Şeklinde olmalıydı... Haksızlık etmemeli dostlara...
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr