Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

2011’de müzik çevrelerinde dikkat çeken ve 2012’de ana akıma dahil olup isimlerini milyonlara duyurmaları çok muhtemel olan üç ismi önceden keşfetmek isteyenler buyursun

Yıl bitmeden tanışmanız gereken üç isim

Tarantino filminden fırlamış gibi Lana Del Rey
Bir şarkı insanın hayatını değiştirir mi? Elbette. Lana Del Rey’in başına gelen de bu. Şarkı söylemeyi seven, besteler yapan ve bu bestelere ev yapımı klipler çeken bir tür Tarantino filmi kahramanı gibisiniz. iTunes üzerinde yayımladığınız albümünüz hiç iş yapmıyor. Derken bir gün “Video Games” adında bir şarkı yapıyorsunuz. Youtube’da beş milyon tıkı geçiyorsunuz. Ardından “Blue Jeans” diye yeni bir şarkı. O da iki milyonlarda...
Adını Lana Turner’dan, tarzının ana hatlarını 50’lerden alan Elizabeth Grant, yani Lana Del Rey’in hikayesi bir şarkının ne kadar güçlü olabileceğini bir kez daha göstermiş oldu. Bir de tabii o şarkıyı seven ve ‘embed’ eden on binlerce müzik blogunun etkisini... Bugünlerde 2010 tarihli albümünü unutmaya ve kendine yeni bir başlangıç yapmaya çalışıyor henüz
25 yaşında olmasına
rağmen. Albümü 2012’de çıktığında adından çok söz ettirecek. Ben eskisinden de gayet memnunum şimdilik.
Dört kadın punk rock yaparsa... Wild Flag
İtiraf edeyim, bazen felaket olabiliyor. Ama bu öyle değil. Eskiden Sleater-Kinney vardı. Sevdiğimiz ekiplerdendi. Şimdi bu ekipten iki eleman Carrie Brownstein ve Janet Weiss yanlarına iki yeni isim alarak yola devam ediyor (Mary Timony ve Rebecca Cole). Wild Flag kadınların punk rock’a şahane dokunuşuna güzel bir örnek. Kirli, hırıltılı bir gitar sound’u ve işin elektroniğine, elektrosuna, efektine falan filan kaçmadan baba gibi söylenen şarkılar. “Wild Flag” isimli albümleri punk rock sevenleri memnun edecek.
Eski usul punk rock.

Yeni nesil soul ve R&B Frank Ocean
ABD’nin kasırgaları, fukaralığı ve müziğiyle hep gündemde olan New Orleans yöresinden genç bir yetenek. Hip hop ekibi Odd Future’ın eski üyesi. Geçen mayısta kendi kişisel blogundan “Nostalgia, Ultra” adında bir kayıt ve EP yayımladı. İçinden “Novocaine” ve “Swim Good” isimli şarkılar başarı kazandı. Şarkı yazarlığına John Legend ve Justin Bieber için şarkılar yazarak başlayan, Gil Scott-Heron gibi baba soul ve blues üstatlarını beğenen biri. Klasiklere selam çakarak yeni bir şeyler yapan herkesi sevdiğim gibi onun da beğendim.
Bu EP Ocean’ın blogunda hâlâ duruyor. Ayrıca başka bloglarda da dinlenebiliyor.
Bir kulak verin.

İstanbul’da yeni konser salonları
İstanbul’da kalabalık ve büyük prodüksiyonlu işleri kaldıracak kapalı salonlar giderek artıyor.
Bakın biri Bayrampaşa’daki Ora İstanbul. Burayı daha yapım aşamasında gidip ziyaret etmiştim. Çok farklı özelliklerde gösteriler için tasarlanmış, yüksek teknoloji donanımlı 6 bin
300 kişilik bir Arena. Umarım bir an önce hak ettiği etkinlikleri bu salonda görürüz.
Diğeri şu anda Zincirlikuyu’da inşa halinde olan Zorlu Center içindeki Zorlu Center Performans Sanatları Merkezi (eminim daha iyi bir isim bulurlar buraya ileride). Zorlu Center’da 2 bin 300 kişilik ve 770 kişilik iki salon bulunuyor. Broadway ve Londra’daki oyun ve müzikalleri getirmek istiyorlar.
Salon demek yıl boyu etkinlik, konser ve gösteri demek. Bu tip mekanların artmasıyla kültür sanat vites büyütecek
ve çeşitlenecek. Önemli olan, salonları
yıl boyu canlı tutabilmek.
Bakalım 2012 neler gösterecek.

Trafikte dinlemek için 10 şarkı

Madem herkes trafikte çıldırıyor. O halde alın size ‘çıldıray’ listesi. Trafikte dinlemek için 10 şarkı. Sabah ve akşam birer doz kullanın.
1. “Crosstown Traffic” / Jimi Hendrix
2. “Heart Attack” / Raphael Saadiq
3. “Things Are Getting Better” / N.E.R.D.
4. “Bin Arabama” / Erci E
5. “Gidik” / Fuat
6. “Radio Daze” / The Roots
7. “Sabotage” / Beastie Boys
8. “Guerilla Radio” / R.A.T.M.
9. “Insane in the Membrane” / Cypress Hill
10. “Bohemian Rhapsody” / Queen
Not: Sizden gelen bir sürü öneri oldu. hafifmuzik.org’daki geniş listede hepsini
bir arada bulabilirsiniz.

Onu bırak da sen ne dinliyorsun!

Selami Şahin, Hüsnü Şenlendirici ve Justin Bieber... Geçen hafta ‘Masa üstünden notlar’da bu albümlerden bahsetmiştim. Neden? E yeni çıktılar, masanın üzerine geldiler de ondan. Ara sıra yaptığım ‘masa üstünden notlar’ın amacı bu zaten. Masa üstünde ne var ne yok naklen bildirmek. Hafta içinde sizden “Bırak Selami’yi Hüsnü’yü sen ne dinliyorsun onu söyle” mesajları geldi. Madem öyle şu ara durum böyle:
* “The Dark Side Of the Moon” (1973) Pink Floyd: Geçenlerde bir David Gilmour röportajı okuduktan sonra dadandım. 30’uncu yıl baskısının plağı var ayıptır söylemesi. Roman gibi albüm.
* “Clinging To A Scheme” (2010) The Radio Dept.: Mutlu depresyon diye bir şey varsa, The Radio Dept. müzikal anlamını çözmüş olmalı. Kapalı yağmurlu havalarda evden, yürürken kulaklıktan eksik etmem.
* “Forever Michael” (1975) Michael Jackson: Büyüdükçe Michael Jackson’ın 70’lerini 80’lerine tercih edenlerdenim. Motown’ı her zaman sevmişimdir.
* “The English Riviera” (2011) Metronomy: İnsanı şaşırtan bir albüm. Bir sonraki şarkı hep sürpriz. İnsanda tekrar tekrar dinleme isteği uyandırıyor. “The Bay”in klibine de bayılıyorum pazartesi sabahı şarkısı olarak.

Bir ara yapılacaklar listesi...

* 70’lerin ve 80’lerin B Movie’lerinde çalınan şarkıları araştır.
* Kamyon Top 10 listesi yap. “Iveco’ya atlayıp rampaya sarayım dedirten şarkılar...”
* Kışın ortasında uzak bir Yunan adasına git.
En az bir hafta kal, kafa dinle.
* Eve kapan, yiyecek stokla ve “Boardwalk Empire”ın ikinci sezonunu arka arkaya izle.
* Kongolu Benda Bilili grubunun hikayesine odaklanan “Benda Bilili” filmini izle.

İTİRAF EDİYORUM
* Sabah’ın “Kansız Bayram Coşkusu” haberini kesip anı olarak sakladım. Habere göre kansız (!) bayramda kesilen hayvanların kanı Boğaz’ı kırmızıya boyadı. “Vatandaş modern kesim yerlerini tercih etti” denen aynı haberde “1275 acemi kasap kendini kesti” bilgisi de var. Ama bayram kesinlikle kansız.
* Avea Escape to Music konser serisine Rox’un (16 Aralık) gelecek olmasına sevindim. Amy Winehouse seviyorsanız bunları da seveceksiniz diye önerdiğim üç isim arasındaydı Rox. Kaçmaz.
* Kendimi “kötü çalan sokak müzisyenlerine katlanmak zorunda mıyız?” diye düşünürken yakaladım ve “Curb Your Enthusiasm”daki Larry David gibi hissettim. Bir itiraf daha: Akordiyon sesinden hiç hazzetmiyorum.
* “Pazar Ayini” programını stüdyoda canlı izledim ve Can Gox’un sesinden inanılmaz etkilendim. Bineviradyo.com’daki programda pazar akşamları 22.00’de canlı blues ve sohbet var, denk gelirseniz dinleyin.
* Gecenin bir yarısı Youtube’da 90’ların muhtelif Europop kliplerin, izlemekten gizli bir zevk alıyorum. Mesela Sash’ın “Ecuador”u o kadar kötü ki hoşuma gidiyor.