TRT Müzik’in misyonu Polat Alemdar’ın türkü söylediği bir ödül töreni düzenlemek midir, yoksa örnek olacak bir müzik yayıncılığı ve gazeteciliği yapmak mı?
Şu soruları sormadan edemiyorum:
Neden bu kanalda genel olarak bir üçüncü sınıf kasaba televizyonu havası var? Jeneriklerden prodüksiyona her şey baştan savma. Acaba TRT Müzik’e iş yapanlar para almadan sevabına mı yapıyor bu işleri? Öyleyse eleştirmeyeceğim.
* “Neden her gün, her saat bir sanatçı sahnede bir saz heyetiyle seyircilere şarkı söylediği bir program yapmak zorunda? Başka format bulacak yaratıcılık TRT Müzik’çilerde yok mu? Yoksa “gerek yok böyle iyi” mi deniyor...
* Neden bir strateji olarak TRT Müzik, belgeselcilik ve programcılık konusunda kendi kadrolarını yetiştirmeye zaman ve bütçe ayırmıyor? Parası mı yok?
* Neden TRT’nin zengin arşivi bu arşivin hak ettiği kaliteli programlarla sunulamıyor da uyduruk klip saatleriyle geçiştiriliyor?
* Ve neden bu kanal bu kadar eksiği varken şaşaalı ödül törenleri düzenleyip hep aynı isimlere her yıl herkesin verdiği ödüllerden vermeyi tercih ediyor?
Biz TRT Müzik’ten ödül vermesini beklemiyoruz ki, doğru dürüst müzik yayıncılığı ve gazeteciliği bekliyoruz. Bunları yapsın, BBC gibi kaliteli eserler sunsun, sonra istediği kadar ödül versin. Ama bu haliyle TRT kültür kanalı değil ucuz bir eğlence kanalı görüntüsünde.
Neşet Ertaş’ı övmekle kültür kanalı olunmuyor maalesef. Kaliteli halk müziği belgeseli yaparak olunuyor...
Lykke Li’nin önlenemeyen yükselişi!
Lykke Li’yi kısa süre öncesine kadar sadece indie ve alternatif müzik dinleyenler tanıyordu. Yeni albümü “Wounded Rhymes” sayesinde artık bütün dünya onu adını duymaya başladı. Müzik basını albümü sevdi, şu anda kapağında The Strokes olan Amerika’nın güçlü müzik dergilerinden Spin’in mart sayısının kapağındaydı. Hepimiz biliyoruz ki Amerika’da bir dergnin kapağına kapağı atarsanız önünüzde pek çok kapı açılmıştır. Sıra iyi olduğunuzu kanıtlamaya gelir.
Aslında indie pop diye geçiyor yaptığı müzik ama siz bunu, güzel sesli bir kızın sıradan olmayan pop şarkıları söylemesi gibi de okuyabilirsiniz.
Gerçek adı Lykke Li Zachrisson. 1986 doğumlu, henüz 24 yaşında ama iki stüdyo albümü var ve dahası da gelecek gibi duruyor. Aslına bakarsanız her şey onun için daha yeni başlıyor denebilir.
İlk albümü 2008 tarihli “Youth Novels” indie alemlerinde çok beğenilmiş, biraz da prodüktörü Peter Björn and John’dan Björn Yttling ’in de çabalarıyla isim yapmıştı. Bu albüm kendi çapında başarı elde etti, benzerleri arasında ona bir yer tanıdı ama şimdiki “Wounded Rhymes”ın geleceği daha parlak gibi duruyor.
Lykke Li ilginç bir şekilde mutluluğa ve neşeye mesafeli bir tip. Adı Lykke neşe demekmiş ama kendi pek değil yani. Hafif hüzünlü ve müziğine de bu yansıyor. Aslında hüzünlü demeyelim de sadece her şeye biraz mesafeli, tedirgin ve “farkında” diyelim. Benim itirazım yok.
Lykke Li ile bugüne kadar tanışmadıysanız işte size fırsat. Takın kulaklıkları, “Love Out of Lust”ı başlatın, çıkın şöyle mahallede turlayın...
İTİRAF EDİYORUM...
*“Sevginin Gücü”nün cool adamı Deniz Alnıtemiz’in yeni başlayan stand up gösterisini çok merak ediyorum. Galata’daki Bbase’de cumaları Ali Yorgancıoğlu ile birlikte iki farklı gösteri art arda oluyor. Pek yakında Kadıköy’de de başlayacaklarmış.
*Padişah Halı’nın Shaggy isminde bir seri çıkarmasını çok “boombastic” buluyorum doğrusu. Bombastik Padişah.
* Sonisphere’in (19 Haziran) bu yıl Iron Maiden’lı, Alice Cooper’lı, Slipknot’lı, Mastodon’lu kadrosu çok heyecan verici. Tek düşündüğüm: “Maçka Küçükçiftlik Parkı’na sığışabilecek miyiz?”
Şikayetlerinizi yazın!
Geçenlerde Manu Chao konseriyle ilgili bir okur mesajı aldım. Okurum Manu Chao hayranı. Biletlerin satışa çıktığı an bilgisayarın başına oturuyor ancak satın alamıyor çünkü biletler beş dakikada tükeniyor. Sebep, sınırlı sayıda bilet.
Okurum soruyor: “Manu Chao gibi bir isim için Babylon çok küçük değil mi? Saatinde bilgisayarın başına oturuyorum, bilet alamıyorum, daha ne yapayım?”
Bence de bu konser daha büyük bir yerde yapılsa iyi olurdu. Pek çok hayran müziksever aynı durumda. Ama bunun için kimseyi suçlayamayız. Yapılacak şey bir bardak soğuk su içmek ve yetkilileri bundan sonrası için daha dikkatli olmaya çağırmak. Gece hayatı ve konserlerle ilgili görüş ve yorumlarınızı, şikayetlerinizi, değişmesini istediğiniz şeyleri bana iletin. Hepsine tek tek yanıt verip gerekli mercilere iletilmesini sağlayacağım.
mehmet.tez@milliyet.com.tr
twitter.com/mehmettez
Son zamanlarda dinlediğim en iyi iki şeyden biri
Diğeri Yuck idi. Dün yazdım. Bu da ikincisi. Tame Impala. Dört kişiler. Kevin Parker gitar vokal, Dominic Simper gitar, Nick Allbrook bas, Jay Watson davul ve vokal. Ama efektler 1967 model. Sanki bu adamlar bir zaman kapsülüne binmiş, 60’lardan günümüze gelmiş ve albüm kaydetmiş gibiler. Syd Barrett’lı Pink Floyd sahnede “Wish You Were Here” albümünü Beatles’la yorumlasa, şarkılar değişip acayip yerlere uzansa, Alan Parsons da bunu sonradan düzenleyip mix’lese nasıl olurdu? İşte böyle olurdu.
Özellikle “Jeremy’s Storm” da ya da “Runway, Houses, City, Clouds”da olduğu gibi progresif ve farklı bölümlerden oluşan kısımlarına bayıldım bu albümün. Genel olarak insanı aşağı değil yukarı çeken bir albüm olmasına da...
Avustralya’nın Perth şehrinden çıkıp bu sene hafiften adını duyurmaya başlayan, enteresan bir grup Tame Impala. Üzerinde çalışılmış çok iyi şarkıları var. Bunun nedeni herhalde 10 yıldır (12-13 yaşından beri) bir arada olmaları (sonradan katılan davulcu hariç) ve bu şarkıları da bu uzun zaman zarfı içinde yazmaları. Bu o kadar belli ki. O yüzden bu kadar sevdim belki de. İkincisi bu kadar iyi olmayabilir. Onun için bir 10 yıl daha gerekebilir.
Bu adamların 2008’de yayımlanan iki EP’leri (yani beş şarkılık kısa albüm) var. Ben muhtelif festivallerde isimleri geçince 2010 mayısında yayımlanan “Innerspeaker” isimli albümlerini yeni dinledim. Şu anda ABD ve Kanada’da turnedeler. Keşke buralara da gelseler. Mutlaka dinleyin. Güzel bir pazar geçirin...
MASA ÜSTÜNDEN NOTLAR
Bilgisayarı masanın üzerine koydum. Kapağını kaldırdım, ittir ittir açılmıyor. Bir de baktım ki arkada CD’lerden bir gökdelen var. Sırayla bakalım...
*Radyo Mydonose / “Romanian Night”: Romanyalı sanatçıların oluşturduğu derleme. Dileriz iki ülke arasındaki sıcak ilişkileri geliştirmede faydası olur. Yalnız isimler... Tony Ray, Sasha Lopez, Tom Boxer... Hele bir Kevin Twice var... Andrea Banica ve Inna’nın da hastası oldum. Haftanın en tuhaf albümü ödülü bu albüme...
*“Gourmet de la Musique II par Chef Salih Saka”: “Gourmet” ya albümün adı, chef falan demişler. Çok yaratıcı. Julio Iglesias 90’ların sonunda Ibiza’daki Cafe del Mar’a gitmiş gibi bir hissiyat hakim. İçinde uzun bir de Salih Saka biyografisi var. Bazı insanlar her buldukları boşluğa CV’lerini yazmaya ne kadar meraklı...
*Ete Kurttekin / “Suyun Üstüne”: Klasik Türkçe rock. Ayşe Arman geçenlerde öyle bir yazdı ki Türk Bon Jovi albüm çıkardı sandım.
E beklenti yüksek olunca hayal kırıklığı da büyük oluyor. Kötü diyemem. Sadece sıradan.
ŞİMDİ NEREDELER?
İzel: Yakın zamanda “Yolunuz ve kalbiniz ışıklı, kulağınız müzik dolu olsun” diyerek geri döndü. Ama albümü pek ses getirmedi. En son TRT Müzik Ödülleri’nde görüldü.
Çelik: Kendi halinde bir sahil kasabasında balıkçılık yapmıyor, onun yerine Bostancı sahilde bir meyhanede fasıl gecesine çıkıyor.
Ercan: Fenerbahçe taraftarlığını bir kariyere dönüştürdü. Muhtelif spor programlarında ve gazetede yorumculuk yapıyor. Son dönem müzikle tek ilgisi TRT Müzik Ödülleri’nde İzel’in yanında durmaktı.