Kalabalık bir grupla takılmayana, sevgilisi yanında olmayana, ‘yalnız’ takılana şehirde hayat var mı? Yalnız insan gittiği mekanlarda ne tür zorluklarla karşılaşıyor? İşte dev araştırmam...
Mahallede sevdiğim bir restoran-meyhane var. Özellikle son aylarda ara sıra oraya yakın bir-iki arkadaşımla gitmeyi çok seviyorum. Ancak bir süredir çok istediğim halde gidemiyorum. “Sahi, neden gidemiyorum?” diye düşündüm. Basit. Bir türlü boş zaman denk getiremiyoruz. İşim var, projem var, programım var. Benim için de aynısı geçerli. Onlar gitmek istediğinde de bu sefer de ben işten başımı kaşıyamıyorum. Geçenlerde buraya gitmek için bir arkadaşıma resmen çemkirirken buldum kendimi. “Yahu madem seviyorum ben burayı, neden sevdiğim bir yere gitmek için birilerini ikna etmek zorundayım, neden millete eziyet ediyorum? Özgür dünyada, hesabı ödeyecek param da varsa kendim gitmemek neden” dedim. Ve konuyu geliştirmeye karar verdim. Muhtelif yerlere yalnız ziyaretlerde bulundum.
Sevgiliniz, arkadaşlarınız ya da eş dostunuzla değil de tek başına nerelere gidilir nerelere gidilmez konulu dev araştırmamın çarpıcı sonuçları şöyle...
Kafe: Gidilir. Zaten kafe yalnız başınıza gidip bilgisayar, iPad, cep telefonu, kitap ya da gazete okuyup bir şeyler yiyip çay-kahve içtiğiniz bir yer. Yalnızlar cenneti. Tek başınıza elinizde oyalanacak bir şey buldunuz mu köşede oturabildiğiniz kadar oturun. Adeta görünmezsiniz.
Sinema: Tek başına gayet güzel gidilir. Gidiliyor. İnsan filme daha fazla giriyor. Sinemada yalnız oturan biri ne sıkılır ne de başkalarının uzaylı bakışlarına hedef olur.
Tiyatro: Tek başına gidilebilecek ve hatta gidilmesi gereken bir yer. Dikkatinizi dağıtan hiçbir şey yok. Çok memnun kaldım.
Konser: Salt müzik dinlemek için konsere gidilir mi, yoksa konser bir sosyalleşme vesilesi midir? Zor soru. Bu devirde bence ikincisi geçerli. İlki ölmek üzere olan bir ‘zanaatimiz’. Ben iş icabı yalnız çok konsere gittim. Ama en baba konserlere, festivallere elbette arkadaş grubumla gitmeyi tercih ederim. Konserde yalnız olmak dramatik ya da rahatsız edici değil belki. Sadece yavan.
Restoran: Mesela bir İtalyan restoranı. Hem öğlen hem akşam gitmeyi denedim. Öğlen sorun yok. Kimse size uzaylı gibi bakmıyor. Ama akşam fena. Önümde birayla pizzamı beklerken otel barında tek başına içen Kadir İnanır gibi hissettim kendimi. Kadir’likten çıkayım diye yanıma bir Hakan Günday kitabı, Corto Maltese ve Uykusuz da aldım. Saçma gelecek ama akşam yemeğinde kalabalık bir restoranda tek başına kitap okuyarak yemek yemek mümkün değil. Teknik olarak mümkün ama sosyal açıdan uzaylı muamelesi görüyorsunuz. Ya da “Yazık, kim bilir ne derdi var” oluyor. Sanırım toplum sizden eve pizza söyleyip koltukta yatarak televizyon seyretmenizi bekliyor. O zaman her şey normal. Uzun lafın kısası etrafa aldırış etmezseniz gayet güzel restoranda tek başına hayat.
Kebapçı: Bal gibi de gidilir ve afiyetle yenilip içilir. İlk ‘single’ kebapçı deneyimimi Gaziantep’teki İmam Çağdaş’ta yaşamıştım. “Kaç kişiyiz” sorusuna “Bir kişi” yanıtını aldığında garson beni single’lar masasına oturtmuştu. Yabancı olduğumu hemen anlayan karşımdaki ‘single’ misafirperverlik gereği masayı donatmış, diğer ‘single’ da hesabı ödemişti zorla. Tabii İstanbul’da durum farklı ama dert değil.
Lokanta: Hesapların ticket ile ödendiği türden, işyeriniz civarındaki bir lokantada yalnız takılabilirsiniz, sorun yok. Yalnız zevkli olur mu bilmem. Ben zevk alamadım. Yemek artı çay artı sigara eşittir 30 dakikada “Yaşandı bitti saygısızca” oluyor. Ve bir şey söyleyeyim mi, ‘ticket’çı’ lokantalarda ne yerseniz yeyin tadı aynı. Kalabalık da gitmeyin, yalnız da...
Tatil: Zurnanın zart dediği yer. Ben tek başıma tatile hiç gitmedim. Bu yazı için de “Şöyle bir Kuzey Ege’ye uzanayım” demek içimden gelmedi. Ama yakın arkadaşlarımdan biri geçen yıl bir hafta güneyde bir otelde tatil yaptı ve bunun harika bir şey olduğunu düşünüyor. Tamamen özgür hissetmiş kendini. Yalnız anlattıklarından anladığım kadarıyla o tek başına gittiğini sansa da aslında iPad’iyle tatile çıkmış. Belki bir ara denemem lazım ama bana hâlâ ters yalnız tatil.
Meyhane: Şöyle oluyor: Rakı, meze, iPhone, duvarlara bakınma, “Buz alabilir miyim?”, rakı, meze, iPhone, duvarlara bakınma, “Buz alabilir miyim?”, rakı... İnsan meyhanede tek başına “Vesikalı Yarim” filminde Türkan Şoray’a kafası bozulmuş İzzet Günay kafasına giriyor bir süre sonra. Ne yaparsanız yapın bütün gözler sizde. Kafede ne kadar görünmezseniz, burada da o kadar görünürsünüz. Boynunuza ışıklı bir tabela asın üzerine de “Sefil durumdayım” yazın daha iyi. Yani benim “Sevdiğim yere tek başıma da giderim” teorisi sevdiğim meyhanede fena çöktü bilginize.
İnsan şehirde yalnız takıldığı zaman kendini özürlü gibi hissediyor. Yalnız başıma mı? Bir daha asla...
Yaya’yla tanışın!
Ne zamandır masamın üzerinde duruyor ama bir türlü fırsat bulup bahsedemedim Yaya’nın “Bay A’nın Hikayesi” adlı albümünden. Yaya, Ata Akdağ, Mert Alkaya, Ferhat Hasanoğlu ve Taner Keleş’ten ibaret. Bir konsept albüm bu. Şarkılar tek bir hikayenin parçaları gibi hazırlanmış. Her şarkıda farklı türlere de selam çakarak yoluna devam etmiş grup. Çok başarılı, yaratıcı yaptığı için hakkının veren bir albüm. Ve dinlemesi de çok zevkli. Masanın üzerine gelen sürüyle albüm arasında cidden farklı olduğu için bahsetmeden geçemedim. Alternatif pazar albümü olarak düşünün. Sakin bir zamanda dinleyin hoşunuza gidebilir.