Bu aralar çok gezdik, albümler birikmiş gene masamızın üstünde. Bakın pop müzik piyasamıza yaz nasıl gelmiş, kimler yaz hit’i olsun diye neler yapmış, son durum aşağı yukarı şöyle
“Organik” / Mustafa Sandal
Çok yönlü sanatçı Mustafa Sandal oyunculuk başarılarının ardından biraz da müziğe ağırlık vereyim demiş olacak ki albüm yapmış. Adı “Organik”. Ancak organikle falan alakası yok albümün. Bildiğiniz en sentetiğinden “dup dup dup” diye giden ritimler üzerine Sandal’ın dört oktavlık muhteşem vokalleri dekore edilmiş. “Dup dup”ları tabii ki son dönemin en parlak “dup dup” döşeyen prodüktörü Volga Tamöz döşemiş. Araya zaman zaman bir iki ut falan da attırmışlar, milletimiz sever. Albümde bir de sürpriz featuring var. Yılın düeti olmaya aday. Mustafa Sandal ve kendi gibi çok yönlü eşi Emina Sandal düet yapıyor. Türk pop müziği açısından önemli bir adım. Albüm de 2012’de Türk popüler müziğine yakışan bir çalışma olmuş. Tebrix...
“Rüya” / Hande Yener / Seksendört
Elbette bundan daha anlamsız, daha garip, daha kısır düetler de var tarihte. Ancak yine de insan sormadan edemiyor: “Neden?” Değerli müzik insanı, besteci ve şarkıcı Sinan Akçıl’ın bestesi olan “Öfkem Var” adlı şarkının değerli pop divası Hande Yener ve değerli rock grubu Seksendört tarafından söylendiğini müşaade ediyoruz albümün açılışında. Farklı farklı versiyonlarını ilerleyen dakikalarda defalarca dinleyeceğimiz bir diğer şarkı da “Ünlü”nün meşhur “Rüya”sı. Bu iki şarkıyı döndür Allah döndür şeklinde bir albüm. Ünlü’nün orijinal şarkıyı ele alış biçiminin üzerine herhangi bir şey eklenmiş gibi durmuyor bu albümde. “Stüdyoya girdik, hadi abi deyip dan dun çaldık” şeklinde olmuş. Sonra kayıtların altını muhtelif şekillerde döşemişler. Orijinal versiyona herhangi bir katkı, bir yeni bakış açısı ya da bir fikir göremedim cover’larda (alttaki “dup dup dup”ları saymazsak tabii.) “Yaz geldi acele edin beyler” olmuş sanırım. Başarılar, sevgiler, inşallah çok satar (ya da satmıştır).
“Bi’ Düşün” / Özcan Deniz
Bayılıyoruz Özcan Deniz’in bu Asmalı Konak’tan beri hiç eksilmeyen metroseksüel hallerine, bakışlarına. Müziği de aynı şekilde metroseksüel bir derinliğe sahip. Progresif disko-türkü formatındaki albüme Deniz, “Kapı bacayı dağıtasım var” diye giriyor yanık ve / ama metroseksüel sesiyle. Deniz’in hayali bu şarkıda dertli bir kemancı bulup masayı donatmak ve kendisine sinir olduğu anladığımız o kişinin ecdadına sövmek (“gelmişine geçmişine kısa bi ziyaret yapmak lazım”). İzzet Çapa’nın mekanlarında böyle değişik fantaziler, kafalar olabilir kendisinin bir bakmasında fayda var. Deniz kendi gibi bir diğer gönül hırsızı metroseksüel olan aynı zamanda kont Sinan Akçıl’ın bir baladını seslendirmiş ardından. Bu metroseksüel türkü balad’da Deniz herhalde pişman olduyor ki “seni seviyorum” falan kafalarına geçiyor.
İlginçtir Replikas’ın da bir şarkısına rastladım, “Seyyah”. Yorumsuz kaldım. Ne desem bilemedim. Albüm kitapçığında Deniz “türünün en iyisi iddiasını taşıyor” demiş albümü için. Bizce de öyle. Hatta türünün tek örneği de diyebiliriz. O bakımdan haklı...
PAZAR ALBÜMÜ
“Smoking in Heaven” Kitty, Daisy and Lewis
Bu 1950’lerden zamanımıza ışınlanmış gibi duran bu rockabilly ekibinin Londra’nın Kentish Town mahallesinden olması şaka gibi. Ama Beirut gibi bir Balkan müziği projesi Amerika’nın bağrından New Mexico, Santa Fe’den çıkabiliyorsa bu neden olmasın?
Single “keyfi”
İki single duruyor masamın üstünde. Tek şarkılık albüm yani. Biri Ebru adlı sanatçının Samantha Fox tadındaki pozuyla şenlenen “Ağlayamıyorum” adlı çalışması. Alaturka bir girizgahın üzerine “vıcı vıcı” ve “dup dup”lar başlayınca “Aa Volga Tamöz’ün imzası bu” dedim. Hakikaten oymuş düzenlemeleri yapan. Gönül, hasret, yağmur, feryat, zalim yar, ayrılık, derman, gözyaşı şeklinde bir şarkı. Bunları havuzda şuh bir şekilde bakarak söylüyor Ebru. Çok duygulu ve özellikle ayrılık acısını ele alma tarzı bakımından biçimsel anlamda sofistike bir yanı var. Albümde her türlü ekstra için telefonlar da mevcut.
İkinci single albüm çok yönlü sanatçı Ayşe Özyılmazel’in. Adı “Su Gibi Gel”. Son derece pozitif, yaşam koçu terminolojisi kokan bir isim. Balonları arkasına alıp kucak açmış. Herhalde yeni bir aşk arzuluyor. Ya da öyle bir şeyler. “Aşığın ilacı var mı, sevmemenin yolu var mı” gibi felsefi soruların yanıtları aranıyor albümde. Hayatta başarılar diliyoruz.
Müzik eleştirisi!
Geçenlerde ABD’nin Iowa eyaletinde yayımlanan şehir rehberi dergisi CityView, (dmcityview.com), müzik aleminin gündemindeydi. Derginin müzik yazarı Chad Taylor, zamanında kız arkadaşı Rihanna’yı dövmesiyle gözden düşen Chris Brown’ın yeni albümünü tanıttığı bölüme sadece şöyle yazdı: “Chris Brown kadınları döver. Bu kadar.” Brown hayranları adamı linç ediyor internette şu anda.
Doğru bir hareket mi bilmiyorum ama kadın döven birini eleştirmek ayıp olmamalı. Neticede bir iftira yok. Brown kadın dövdü, hastanelik etti. Düşündüm, aynı şeyi İbrahim Tatlıses için yazabilir miydi bir eleştirmen diye: “İbrahim Tatlıses kadın döver. Gerisi boş.” Dövdü mü? Evet. Ama biz onu milletçe bağrımıza bastık mı? Evet. Burası Türkiye.
Engelliler de rahatça festival izleyebilmeli
Geçenlerde Rockwerchter Festivali’nde ne kadar fazla engelli müziksever gördüğümü anlatmıştım. Ve onların “engelsiz” bir şekilde konser izlemesinden duyduğum mutluluğu. Sizden, özellikle de engelli okurlarımdan mesajlar aldım.
Değerli organizatörler, mimarlar, şehir planlamacıları, belediyeler; sandığınızdan daha fazla engelli müziksever, kültür-sanat takipçisi var. Onlar da ekinliklere, konserlere, festivallere katılmak istiyorlar. Çoğu mekanda ve etkinlikte onlar için düzenlenmiş ne bir yol, ne bir alan, ne de salona girecekleri doğru dürüst bir kapı var. Bırakın bunları, bunların düşüncesi bile yok bizim memlekette.
Onları bu tip yerlerde görmüyoruz diye yoklar sanmayın. Sadece gelemiyorlar, ondan yoklar. Modern bir dünya şehrinde (en azında öyle olma iddiasındaki bir şehirde) kültür lüks değil temel ihtiyaçtır. Benden aktarması.
Murat Ercan ile tanışın!
Albümün adı “Uzun Hikaye” . Türkçe rock seviyorsanız ve Murat Ercan adını duymadıysanız işte size keşfetmek için bir fırsat. Albüm şubatta yayımlandı. Ercan’ın ilk albümü bu. Önceden blues ve rock çalan Virüs adlı cover grubuyla bas çalan Ercan durmuş durmuş sonunda çok sağlam, kendine has ve samimi bir rock albümü yapmış. Klasik gitar sound’u üzerine giden, blues ve rock sularında dolaşan bir müzik, Dave Matthews tadında bir ses ve Ercan’ın yazdığı muhtelif hikayeler analtan sözler.
Bir de not: Denk gelirseniz bir konserini izleyin. Canlı çok iyiler.
İTİRAF EDİYORUM
* Morrissey konserine giden binlerce insan gibi ben de bir ara şu soruyu sordum kendime: “Mutsuzuz diye mi Morrissey dinledik, Morrissey dinlediğimiz için mi mutsuz olduk?”
* Sezen Aksu’nun Madonna’yı ya da Mazhar Alanson’un Iggy Pop’u tiye alması zekice hareketler. Ama ister istemez insan bu isimleri karşılaştırıyor kafasında ve sonuç hüsran oluyor. Yani
“tiye alma” ters tepiyor. Bilmem anlatabildim mi?
* Asmalımescit’te masaların geri gelmesi bir şeyi değiştirmeyecek gibi bir his var içimde. Bazı şeyler bitti mi bitiyor.
* Geçen hafta Sharon Jones’a imzalattığım plağın sesi eskisinden daha bir gür çıkıyor gibi geliyor bana. (bkz. algıda delilik)
* 50 liraya lahmacun yiyen, sonra memnun kalıp bir daha yiyenleri Kadıköy’deki lahmacuncu Halil’e götürmek istiyorum. Sadece lahmacun
ve pide var menüde. İki “lah” isteyince ikinciyi soğumasın diye sonra getiriyorlar.
Böyle de düşünceli insanlar. Sordum tabak çanağa da
para gitmiyormuş, elle yiyor herkes dediler.