Şehir merkezi gayet modern. Biraz İzmir gibi havası suyu. Alışveriş de yapabilirsiniz (H&M de var kızlar), kafelerde de oturabilirsiniz, sahilde de yürüyebilirsiniz. Burası club aleminin gözdesi. DJ dedin mi, dans dedin mi, sabaha kadar eğlence dedin mi Beyrut.
İstanbul-Beyrut uçuşu 1 saat 20 dakika sürüyor. Vize yok. At gözlüğünü çıkarıp her yıl aynı yere gideceğimize aynı bütçeyle yeni yerler keşfetmek lazım
Çocukluğumuz haberlerde Beyrut ve Lübnan ile ilgili haberleri dinleyerek geçti. Her gün bölgeden gelen bir çatışma ya da patlama haber olmadan geçmezdi günler. Bekaa Vadisi burada, Yeşil Hat burada, Hıristiyan milisler burada, Hizbullah burada, Şiiler burada. Yok yok. Zihnimde Beyrut geri dönülmeyecek şekilde altüst olmuş, dünyanın en talihsiz yeriydi. Dünyada hangi şehrin adı “harabeye dönmüş” anlamında kullanılır? Biz Türkçede kullandık. “Beyrut gibi” dedik. İç savaşın 20, Suriye işgalinin beş, İsrail bombardımanının sadece dört yıl ardından al sana Beyrut o zaman.
-Beyrut’a inip havalimanından çıktığınızda ilk izleniminiz şöyle oluyor: Burası deniz kenarında, palmiyelerin olduğu bir adet Bağcılar. Yola devam edip şehir merkezine geldikçe şöyle diyorsunuz: “O kadar da basit değil. İlk izlenim yanıltıcı olabilir.” Beyrut ile İstanbul işte tam da bu açıdan birbirine benziyor.
- Burası 402 yıllık Osmanlı geçmişine rağmen tipik bir Fransız sahil şehri gibi. Yani 1918-1943 arası Fransız yönetimi dönemi etkileri yoğun. Her yer Fransızca yazılarla dolu. Ben Fas’ın Kazablanka şehrine benzettim.
Hangi binada hayat olduğu hava kararınca anlaşılıyor
- Şehre vardığımda hissettiklerimle Miami’ye ilk vardığımda hissettiklerim çok alakasız biçimde aynı. Miami’de “Miami Vice”ın, “CSI Miami”nin bir sahnesinde gibiydim. Burada da televizyondan adını duyduğum, bombardımanını izlediğim şehrin mahallelerini geziyorum. Ben bir televizyon çocuğuyum. İflah olmaz cinsinden. Üstelik daha tek kanal varken. O yüzden mazur görünüz.
-Avrupa’daki pek çok şehirden daha fazla hayat dolu. Kalabalık, enerji, koşturan insanlar, dekolteli şahane kadınlar, başı örtülü şahane kadınlar, modern adamlar, geleneksel adamlar, Müslümanlar, Araplar, Ermeniler... Tek kelimeyle ilginç ve alıştığınız bildiğiniz yerlerden değil.
-Önlerinde harap olmuş, toz toprak içinde emektar Renault 12’lerin, Peugeot’ların, Honda’ların durduğu karanlık binalarını yararcasına gökyüzüne yükselen bloklar var. Bu binalar bir beton çölünün ortasında hormonlu gibi boy atıyor. Gece baktığınızda en tepelerinde teraslar olduğunu göreceksiniz. Badigartları geç, asansöre bin, yukarı çık. Tut ki Angelique içerisi. Önce 80’ler 90’lar çalan bir DJ. Ardından bir diğer DJ geliyor, dans ettirmeye başlıyor. Boş mekan minili derin dekolteli kızlarla, gömlek yakaları açık (bakınız bağrı açık adam trendi) delikanlılarla doluyor. Saatler sabaha karşı 2’ye doğru beyaz koltukların üzerinde coşmaya başlıyor herkes.
-Bu şehirde gökyüzü yemin ederim ki sarı. Gece doğal bir sepya efekti var. Binalardan hangisinde hayat olduğunu hava kararınca daha iyi anlıyorsunuz. Hayat belirtisi demek sarı lamba demek. Her yerde sarı bir ışık var. Bulutlara yansıyınca al sana sepya.
-Kent İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkmış Berlin gibi kıvıl kıvıl inşaat halinde. Vinçler, kamyonlar, son model Porsche’lerin, cabrio Audi’lerin, BMW’lerin yanından geçip geçip gidiyor. Bu tezatların bir arada olması rahatsız edici gelmedi hiç. Belki Türküm ondan. Gökdelenler, restore edilmiş tarihi apartmanlar, yeni inşa edilmiş modern yapılar, oteller, restoranlar, iş merkezleri, turistik tesisler... Eğer birileri önümüzdeki 10 yılda bu şehri bombalamazsa büyük bir patlama yaşanacağı kesin.
Buraya özgü bir mimari klişe: Yükseldikçe daralan apartman
-Buraya özgü mimari yapıları, Osmanlı döneminden kalan camileri, sarayları, II. Abdülhamid’in buraya yaptığı yatırımların hangileri olduğunu tarih kitaplarından da okursunuz. Ama şunu söylemem lazım: Eğer buraya özgü bir mimari klişe varsa o da çok katlı, balkonlu, yükseldikçe daralan apartmanlardır herhalde. Bugün çoğu delik deşik, öylece bakıyor denize.
-Beyrut yaralarını çok hızlı sarmaya çalışıyor diyebilirim uzman olmasam da. Burada birkaç yıl önce olan bitenleri kimse hatırlamak istemiyor. Herkes önüne bakıyor. Bakmaya çalışıyor. Mesela şehri doğu ve batı olarak ikiye bölen Yeşil Hat’tan eser yok. “Geçtiği yerler nereleri?” diye soruyorum uyuz gibi, kendimce bir tür Berlin Duvarı turizmi yaşamak için. “Binalar yapıldı hat kayboldu” diyorlar. “Bir-iki yerde bellidir. Gerisini zaten kimse hatırlamak istemiyor.” Hattın izini süren turistler istememekte haklılar. Doğu ile batının farkı bu belki. Batıda kalıntılar hatırlansın diye özenle korunuyor. Doğuda şehir zaten hiçbir zaman kabul etmediği hattı yutuyor. Nokta. Hangisi doğru? Bilmiyorum.
-“Şuraları güzel, şu restoranlara gidin, şu kulüplerde eğlenin” diye tek tek isim isim anlatacak değilim. Hem o kadar gezmedim, hem o işi rehberler daha iyi yapar. Ama şunu söyleyebilirim: Pegasus Havayolları buraya uçuş başlattı. Pazar hariç her gün İstanbul’dan 19.30’da. Fiyatı 99 TL’den başlıyor. Asmalımescit’te dandik bir yemek kadar yani. Uçuş 1 saat 20 dakika sürüyor ve vize yok. Reklam diye söylemiyorum. Sadece bazen at gözlüğünü çıkarıp her yıl aynı yerlere gideceğimize olabilecek en hesaplı şekilde yeni yerler keşfetmek lazım. Kalkın bu Ortadoğu şehrine gelin bir hafta sonu, görün (Yalnız pazarlık etmeden hiçbir şey yapmayın). Bir sürü butik otel de var. .
Denizse deniz, güneşse güneş, eğlenceyse eğlence, tarihse tarih. Burası tutucu bir yer de değil. İstanbul’dan farkı yok. Benim ilk Beyrut seyahatimdi ama sonuncusu olmayacağını hissediyorum.
Eskiden burası nasılmış diyenler Fishing Club’a...
Pepe’s Fishing Club isminde bir balıkçı var. Kurucusu Jose Abed isimli, Meksika’da doğup büyüyen bir Lübnanlı. Dünyada diasporada
14 milyon Lübnanlı olduğu söyleniyor. Onlardan biri yani. Byblos’a geldiğinde kimse yok. Bir yelkenli alıp balıkçılığa başlıyor. Ardından lokantasını açıyor. Adı kısa zamanda duyuluyor, ünlü oluyor. Byblos’un dünyada tanınması da bu restoran sayesinde oluyor. Duvarlarında Marlon Brando’dan Brigitte Bardot’ya, politikacılardan jet sosyetenin ünlü isimlerine, prenslere, prenseslere herkesin resmi var. Beyrut’un bir zamanlar nasıl bir yer olduğuna dair bir fikir edinebilirsiniz bu sahil lokantasında, limandaki kalenin kalıntılarına bakarken.
Para kazanmak için beton işine girin
Yıkık dökük, her yanı mermi izi olmuş boş binalar var her yerde. Hani derler ya yükselmeye başlamadan önce dibe vurmak lazım diye. Beyrut hafiften yükseliyor. New York Times’taki bir makalede burada yatırım yapmak istiyorsanız beton işine girin yazıyordu. Doğru. Bu şehrin ironik bir şekilde betona ihtiyacı var.