İnternetten bir şarkı dinlediğimde Mona Lisa’nın internetteki jpeg’ine bakıyor gibi hissediyorum. Mona Lisa’nın gerçeği Louvre Müzesi’nde. Peki şarkıların “gerçek” versiyonları nerede?
Bir tabloyu internetten görmekle gerçekte görmek çok farklı hisler.
Mesela Van Gogh’un “Ayçiçekleri” serisinde çiçeklerin göbeğinde ayçekirdeklerine benzer bir boya dokusu oluşturan fırça darbelerini görmek için yakından bakmanız lazım. İnternetten göremezsiniz. İşte o anda o eserle aranızda kurulan ilişki çok farklı oluyor. Fotoğrafına, kartpostalına, jpeg’ine bakmak gibi değil. Onun gerçekliğine, yeganeliğine, kendi tarihine tutuluyorsunuz.
Elbette bunu ilk düşünen ben değilim. Gerçeklik ile ilgili Walter Benjamin’in önemli fikirleri vardır. Ve bu mesele yani gerçeklik ve onun temsili yüzyıllardır felsefenin ve sanat tarihçilerinin kafa patlattığı bir konu olmuştur. “Simulacra” kavramını araştırırsanız bu alanda önünüzde yeni kapılar açabilirsiniz. Benim merak ettiğim ise bu meselenin müzikle ilgili kısmı.
“Yesterday” nerede?
Hep düşünmüşümdür, müzikte bu gerçeklik hissini ne verebilir diye. Bir şarkının bir müzik eserinin “esas”, “en gerçek”, “en yegane” hali hangisidir? Bir Mozart eserini bestelendiği döneme göre en doğru çalan orkestranın konserinde duyduklarımız mı, yoksa o eserin kayıtlı olduğu plak ya da CD mi, yoksa konser DVD’si mi? Ya çağdaş yorumlar?
Bir Beatles şarkısı düşünün. “Yesterday”. İnsanlığa mal olmuş bir eser. Peki gerçek “Yesterday” nerede?
14 Haziran 1965’te Abbey Road stüdyosunda kaydedilmiş bantta mı? 6 Ağustos 1965’te yayımlanan “Help!” isimli long play albümünün içinde mi? Yoksa 13 Eylül 1965’te yayımlanan “Yesterday” isimli 45’lik plakta mı? 90’larda çıkan ilk CD versiyonunda olmadığı kesin. Ama yakın zamandan bir örnek verir aynı soruları sorarsak bu defa plağın yerini CD alacak.
Ya şimdi sadece internette yayımlanan albümlere ne demeli? Mesela Gorillaz’ın, solist Damon Albarn’ın iPad’inde kaydedilen ve geçenlerde internette yayımlanan son albümü “The Fall”daki “Revolving Doors” isimli şahane şarkının “gerçek” versiyonu nerede? Yoksa o şimdi sadece bir sayı dizisi mi? “Sıfırbirsıfırbirbirsıfır”...
Geçenlerde Universal şirketinin arşivlerinde bir “felaket” yaşandı. 90’lı yılların başında kaydedilmiş pek çok albümün dijital kayıtlarının günümüz bilgisayar teknolojisinde artık çalışmadığı fark edildi. E eski teknoloji de yok artık.
O dönemin cihazlarında üretilen bazı sesler ve efektler bugün üretilemiyor. Yani restore etmek de mümkün değil. Geçmiş ola.
Plak ve CD’nin mp3’ten farkı ne?
Öte yandan şu anda milyonlarca dolar değerindeki güncel master kayıtlarını dijital hard disklerde tutan şirketler de endişeli. Her ne kadar önlemler alsalar da, mesela bir arşivleme hatası sonları olabilir. Bir sabah uyandınız ve bilgisayarınızdaki bütün şarkıların Track 01, Track 02 diye sıralandığını gördünüz. Bunun gibi bir şey.
Ben son yıllarda plak almaya başladım. Beş altı yıldır yüzüne bakmadığım CD’lerim bile gözüme orijinal Van Gogh tabloları gibi görünmeye başladı. Dijital teknolojinin bütün imkanlarından faydalanıyorum. Ama bazen bir plağın ya da CD’nin yerini hâlâ hiçbir şey tutmuyor.
Bir şarkının, albümün “gerçek” halini aradığımda karşıma hâlâ plak ve CD’ler çıkıyor. Daha iyi bir önerisi olan?
Zirvedeyken bırakmak!
The White Stripes geçen hafta dağıldığını açıkladı. Açıklamayı okudum. Aralarında ne bir anlaşmazlık, ne bir kavga, ne bir sanatsal uyuşmazlık var. Biliyorsunuz, grubun üyeleri Meg White ve Jack White eskiden evlilerdi. Ama boşandıktan sonra grup ile müzik yapmaya devam ettiler ve şahane iş çıkardılar. Çağdaş gitar müziğinin en baba, en tarz sahibi ismi Jack White. Ve ona davulda Meg White eşlik etti şahane bir şekilde yıllarca. Peki sebep? Neden dağıldılar?
Açıklamada dağılma nedeni şu: “Yıllar içinde birlikte oluşturulan güzel ve eşsiz müzikal geçmişi korumak”.
Biz buna “zirvedeyken bırakmak” diyoruz. Herkesin yapamadığı bir şey. Ne siyasette, ne iş dünyasında, ne ilişkilerde...
Grafiğin aşağılara inmeye başlamasına izin vermemek. En iyiyken bırakmak.
Dağılmalarına üzülsem de için için sevinmem bundan...
Kaybolan geleneklerimiz (!)
* İnce belli çay bardağı: Hemen itiraz etmeyin. Küçük klasik ince belli cam bardak artık sadece vapurda ve mahalle kahvelerinde var. Her yerde ajda bardak çok sıkıcı.
* Yarım ekmek: Herkes her şeyi dürüme sarıp yiyor. Kalanlar da ya hamburger ya pide peşinde.
Şöyle içi alınmış (eski dost) yarıma döner yok. Gece atıştırmasında bir gelenek tarih olmak üzere.
* Gazeteye sarılıp koltuk altına sokulan rakı: Eski Türk filmlerinde kaldı. Şimdi çeşit bol şişeler
fiyakalı tamam ama en harbi ambalaj gazete kağıdı.
PAZAR ALBÜMÜ
“XX” - The XX
The XX’in yetenekli üyesi Jamie Smith geçenlerde Amerikalı yazar ve müzisyen Gil Scott-Heron’ın 2010’da yayımlanan “I’m New Here” isimli albümünü remiksledi. Bu haberi okuduktan sonra The XX dinlemeye karar verdim. Ve şunu anladım ki 2009 yılında İngiltere’nin indie şirketlerinden Young Turks tarafından yayımlanan bu albümün (ekibin ilk ve tek stüdyo çalışması) yeniden dolaşıma sokulmasında hiçbir sakınca yok. Bazen “Dinledim ben o albümü, biliyorum” dediğiniz albümlerin içinden neler çıkıyor neler. İyi bildiğinizi sandığınız bir filmi tekrar izlemek gibi. Ve elbette bilmeyenlerin de kulağına kar suyu kaçırmış olalım.
Londralı The XX, hemşehrisi Four Tet gibi elektronik müziği içgüdüleriyle yönlendiren ama bunu o kadar deneysel olmadan da yapabilen bir ekip. Çok basit şartlarda, bir garajda kaydedilen albümün evde geçirilecek sakin bir pazar gününü şenlendirmemesi için bir neden göremiyorum.
Bir defileden öğrendiklerim
İstanbul Moda Haftası’nda Jale Hürdoğan’ın 70’lerden esinlenen tasarımlarını ve Aslı Güler’in Cin Ali desenli bluzlarını izlerken kendimce şunları öğrendim:
* Mankenleri izlemek için özel teknik geliştirmek lazım. Gelip gitmeleri bir. Neye bakacağınızı şaşırıyorsunuz.
* Podyuma çıkmak konsere çıkmaktan zor. Dört bir yandan vücudunuz didik didik ediliyor.
* Vücuduyla barışık olanlara hayranlık duyuyormuşum meğer.
* Defile dediğin beş dakika. O kadar hazırlıktan sonra bir şeyler göstermek için çok kısa. Defileler yönetmelikle bir saate çıkarılsın.
* Bir moda yazarı şart. Allah’tan Yaprak (Aras Şahinbaş) vardı da ne nedir anlattı.
* Yürümek de sanat. Bu mankenlerin endamı yanında bizimkisinin adı olsa olsa “kontrollü düşüş”.