Finale kalamadık, çarşı karıştı. Medyaya baktım, herkes kelle istiyor. Bakın ben bu durumdan ne dersler çıkardım
Meğer popçular fırsat verildiğinde şarkı eleştirmeye müzik eleştirmenlerinden daha meraklıymış. Demet Akalın’ın “Oh olsun, popçulara laf etmeyeceklerdi” şeklindeki ifadesine, İlhan Şeşen’in “Bu şarkı değil” diyerek grubu yerden yere vurmasına bakılırsa pek de iştahlılar. Ne güzel. Artık her hafta onlarca kötü şarkı dinlemek zorunda kalan birinin hislerini daha iyi anlarlar.
* “Eurovision’a rock grubu gitsin” bitmiştir. Yeni sezonda Atiye ve Hande Yener kapışır. Atiye genç ve Avrupalı olduğundan, Hande Yener “Gay’ler sever belki” ümidiyle gazlanır. Benim önerim yeni nesil indie ve alternatif grup ve müzisyenlerden yana. Can Bonomo, Bon Mod, Model, Nükleer Başlıklı Kız neden gitmesin? Misal yani...
* Eğer genç, çıtır, kadın ya da gay değilseniz, sahnede görsel bir şölen sunamıyorsanız Eurovision’da işiniz zor. E bildiğimiz kadarıyla bunların hiçbiri Yüksek Sadakat’te yok.
* “Kafeste lastik kız” eğer ortamla bir alakası yoksa dünyanın en antipatik gösterisi olabiliyor.
* TRT’den teklif gelince başına devlet kuşu konmuş gibi atlamamak lazım. Milyonlarca insan tarafından “yaşlı, antipatik, demode, rüküş, detone” diye nitelendirilmektense biraz düşünüp “Burası bize ters” deyip baştan reddetmek bazen en doğrusu. Ben isim yapmış bir müzisyen olsam bundan sonra teklif geldiğinde kabul etmeden önce 10 kere düşünürüm.
* “Biz Eurovision’u gereğinden fazla ciddiye alıyoruz” kalıbı artık geri dönülmeyecek şekilde yerleşmiştir. Neticede Eurovision artık bir eğlence organizasyonu. Millet hoşça vakit geçirsin, eğlensin diye düzenlenen bir gece. Maksat sosyallik, ülkeler arası itiş kakış da işin tadı tuzu.
* Düşene vurmayı seviyoruz. Halbuki Eurovision’da başarısızlık bir müzik kriteri değil, olsa olsa bir mavra kaynağıdır. Özelikle internetteki yorumlar çok gaddarca.
* SMS her kusuru örtmüyormuş. “Nasıl olsa Türklerden oy alıyorlar” argümanı çok da geçerli değilmiş.
Elenmekten kötüsü çalıntı şarkı iddiası
“Live It Up” The Kinks’in “All Day and All Night Long” isimli şarkısına benzetildiğinde gülüp geçmiş, hatta bu iddiayla kafa bulmuştum.
Ama bu sefer Sex Pistols’ın “Submission”ınını dinleyince kanım dondu. Herhalde 16 yaşımda falan dinlediğim bir albüm olan “Never Mind the Bollocks”ta yer alan bu şarkı “Live It Up”a hakikaten çok benziyor.
Bence Yüksek Sadakat ne yapıp edip bu konuya bir açıklık, bir açıklama getirmeli.
“Şarkı araklayan grup” yaftasının üzerine yapışmasını önlemeli. Bu durum Eurovision’da başarısız olmaktan çok daha kötü çünkü.
Bu gece hepsine gidesim var
* Babylon’da Mercury Rev var. Normalde festivallerde çalan bu grubu yarattığı hayal alemiyle küçük ve samimi bir ortamda bulmak zordur. Kaçırmak ayıp olur.
* Ghetto’da Kaybedenler Kulübü partisi var. Mete Avunduk ve Kaan Çaydamlı gece yarısına doğru çalmaya başlayacaklar. Gecede Can Gox konseri de var. Babylon’dan çıkan partiye...
* Erken çıkanlar ve geceye cazla başlamak isteyenler için Beyoğlu Borusan Müzik Evi’nde 21.30’da Ozan Musluoğlu House Band&Friends konserini tavsiye ederim. Daha önce gitmediyseniz mekanı da beğeneceksiniz.
CUMARTESİ ALBÜMÜ
“Different Gear, Still Speeding” Beady Eye
Liam Gallagher’ın Oasis macerası bittikten sonra kurduğu Beady Eye hakkında hep vasat yorumlar yapıldı. Geçenlerde dinlediğimde izlenimim farklı oldu. Mesela açılıştaki enerjik “Four Letter Word”u, “Beatles and Stones”u, “The Roller”ı, “Wigwam”ı, akustik gitarlarlı “For Anyone”ı beğendim. Aslına bakarsanız albümü baştan sona dinleyip duruyorum. Bu albüme yapılabilecek en büyük kötülük Oasis’le karşılaştırmak. O başka bu başka.
Son olarak bu albümden şunu anladım: Liam Gallagher için Oasis’ten sonra hayat var. Hiç düşünmeden cumartesi gününüzü bu albümle şenlendirin.
İTİRAF EDİYORUM...
* Lady Gaga’nın “Judas” adında bir şarkı yapması ve buna klip çekerek içinde zenci bir Judas kullanması bana fena halde Madonna’nın “Like a Prayer”ın klibinde zenci bir İsa kullanmasını hatırlattı.
* “Kaset” eleştirisi geleneğini başlatıp “internete düşen kasetleri” yorumlamayı planlıyorum: “Haftanın kaseti”, “gece yarısı düşenler”, “okyanusun öte yanından”...
* İKSV’nin THY ile anlaşıp bundan böyle film festivalinde yer alan filmleri uşuçlardaki film mönülerine eklemesine çok sevindim. Pestili çıkmış Hollywod filmlerindense “uçakta festival” iyidir.
Mayısta gitmek için üç festival!
* Freshtival (28 Mayıs): Leftfield acayip bir sahne ve ışık şovu yapacak, öncesinde de The Noisettes’in mükemmel şarkılarını canlı dinlemek mümkün.
* Chill Out Festival (22 Mayıs): Artık klasik oldu. Kemerburgaz’da çimlerin üzerine yayılıp elektrik atmaca, çoluk çocuk, genç yaşlı sahnedekileri izlemece. Bu yıl Kruder&Dorfmeister ve Kraak&Smaak gibi 10’a yakın isim arasında Ömer Faruk Tekbilek de var.
* Sunsplash (23-29 Mayıs): Hem Antalya’daki Hillside Su otelinde her şey dahil kalınıyor, hem de indie ve electronica’nın baba temsilcileri (Gilles Peterson, Rainer Truby, Norman Jay, Mad Professor dahil 20’ye yakın isim) konser veriyor. Tatil niyetine...