Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Değerli sanatçılar! Para için gözünüzü kapatıp kime olsa çalar mısınız yoksa bu noktada hisler ve siyasi tavrınız ya da hepsini bir kenara bırakın, vicdanınız devreye girer mi?

Bu sorunun yanıtını çok merak ediyorum. Ama yanıtlaması zor biliyorum. Çünkü profesyonellik diye bir şey var. Ama acaba onun da sınırları olabilir mi?
Bakın Guardian’ın alaycı üslubuyla bilinen köşe yazarı Alexis Petridis’e göre batıdaki pek çok müzisyen şu anda Ortadoğu’daki gelişmeleri kaygıyla (!) izliyor. Çünkü diktatörler bir bir devriliyor ve yerlerine de henüz kimin geleceği belli değil.
Yani bundan sonra kime ekstraya gidilecek ve doğum gününde 10 dakika çalınıp milyon dolarlar alınacak belli değil.
İlla özel parti olması da gerekmiyor. Mesela 2006’da Kaddafi evinin bombalanmasının 20’nci yılında Lionel Richie’ye barış konseri verdirmişti. Richie yeteri kadar milyon dolar karşılığında, Kaddafi’nin bombalama esnasında hayatını kaybeden üvey kızı Hannah’yı da anarak bu “barışçı” ülkeyi selamlamıştı.
80’ler nostaljisi sadece Beyoğlu barlarında parti yapmaya yaramıyor, işte gördüğünüz gibi barışa da faydalı.
Beyoncé ve Mariah Carey de endişeli sanatçılar grubuna dahil Petridis’e göre. Çünkü bir dönem Libya Deniz Taşımacılığı Şirketi’nin başında Libya petrolünün nakliyesinden sorumlu (eminim Libya’da bu işi yapacak en yetenekli insan olduğu için seçilmiştir) dört numaralı oğul Hannibal Kaddafi lüks yatını St. Barts adasına çekip doğum gününü kutlayamayacak. Onları çağırıp partisinde şarkı başı 200 bin dolardan konser verdiremeyecek.
Neden mi? Kendini bilmez, “halk” diye birileri haklarını istiyor, yetti artık bu zulüm diye isyan ediyor da ondan. Sıkıcı işler. Uzun lafın kısası, gitti ekstralar.
Ortadoğu’daki sosyal hareketliliğin, gördüğünüz gibi müzik sektörüne de etkisi büyük (!). Gergin bekleyiş bakalım nasıl sonuçlanacak. Yeni müşteriler kimler olacak? Yoksa olaylar başka türlü mü gelişecek?

Hangisini almalı?
İşte yine albümlerin er meydanındayız. Cebimizde 15 TL var.
Hangisine harcayacağız?
Kırmızı köşede yeni çıkan Ercan Demirel’in “Umudum Var” isimli CD’si: 11,99 TL.
Beyaz köşede iskender ve kola: 12 TL.
* Ercan Demirel’in albümü iddialı. Kapakta deri montlu, bol fotoşoplu fotoğraflar etkileyici, iddialı, sanatsal, yaratıcı. İçeride ise aşırı dozda fotoşoptan tanınmaz halde olsa da Ercan iddiasını koruyor.
* İskender Bursa’mızın medarıiftiharı. Tereyağlı ve yanında kolayla geliyor.
* Ercan Demirel’in albümünden bir de kitapçık çıkıyor. Şarkı sözlerinin bulunduğu
bu 12 sayfalık macerada Demirel 11 şarkı boyunca kâh sevgilisinin yüreğinde ayak izlerini bırakıyor kâh ardından üzülüp “kalbini inan kıramıyorum” diyor kâh bu kalbe söz dinletemiyor. Her şarkıda ayrı bir “kalp keyfi”.
* İskenderde sakatat yok. Onun yerine ardından çay ikramı var.
Karar: Türk popu için kara bir gün. İskender artı kola çok az farkla kazandı. Pop-fantezi tarzındaki bu albüm belki biraz daha ucuz olmalıydı.
Haftaya yeni iki rakiple er meydanında karşınızda olacağız.

Ogün’ün yeni albümüne beş yıldız!
Ogün Sanlısoy hem rock hem de daha geniş camialarda saygı ve sevgi görmeyi başaran ender isimlerden. Bunu yapmak çok zordur. Çünkü sabır gerektirir.
Yolunda yürüyeceksin, “Ne modaysa albüme koyalım abi” demeyeceksin ve kendini geliştireceksin. Buna tarz sahibi olmak diyoruz. Beğenin beğenmeyin Ogün’ün bir tarzı var.
Bir alaturka rock örneği olarak “Bu Ne Biçim Aşk”, Orhan babavari yaylılarıyla, inişli çıkışlı halleriyle dikkat çekici.
Rock baladı “Dikenli Menzil” sözleri ve bestesi uyum içinde cuk oturmuş bir şarkı. Volkan Başaran’ın gitar solosu da yerinde.
“Çek” yüksek enerjili tam bir performans şarkısı ama benim favorim ve Ogün’ün sanatını konuşturduğu “Avunmak Zor” (albümün en iyisi), “Son Kez”, “Büyüdük Aniden” gibi sakin ve hafif hüzünlü şarkılar. Albümün ruhunu onlar daha iyi yansıtıyor. Ogün’e baba olmak yaramış. Olgunlaşmış ve son zamanlarda karşımıza çıkan en düzgün Türçe rock albümlerinden birini yapmış.

Radiohead’e verdiğim parayı helal ettim
*Evet, “The King of Limbs”de biraz bitmemiş albüm havası var.
*Evet, sanki yeniden 2000’lerin başına dönmüşler gibi.
* Evet, bu albümde bir “Kid A” ya da “OK Computer” dehası ya da “In Rainbows” derinliği yok.
* Evet, Thom Yorke apaçi gibi dans ediyor. (Bu klip bir haftada 5 milyon kez izlendi).
* Evet, ben de has Radiohead hayranları gibi başka türlü bir albüm bekliyordum.
Ama Radiohead’e verdiğim 9 doları helal ettim. Çünkü bu son zamanlarda dinlediğim en iyi, en yaratıcı, en etkileyici albüm. Ve yine altında Radiohead imzası var.

Nil Karaibrahimgil haklı!
“Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Huzur’una başladım. Şarkılarda böyle kelimeler kullanıldığında hoşuma gidiyor” yazdı diye Naim Dilmener demediğini bırakmamış Nil Karaibrahimgil’e. Sosyal ağlarda da eleştiriler olduğunu gördüm.
Afedersiniz ama arkadaşlar siz neyi eleştiriyorsunuz? İyi söz yazmak için kitap okuyan, dilini daha iyi ve derinlemesine öğrenmek için yakın dönem edebiyatımızın en önemli isimlerinden birini okuduğunu söyleyen bir müzisyene kızmak da ne demek? Tebrik etmek lazım.
Bugün Türkiye’de pek çok şarkı ve söz yazarı her ne kadar iyi niyetli olsalar da içinde güneşlerin doğup battığı, sensizlik denizlerinde boğuldukları sözler yazmaktan öteye geçemiyor. Çoğu derdini anlatamıyor, becerebilenler de incelikten ve üsluptan uzak.
Keşke müzisyenler okusa... Hem iyi sözler yazılır, hem arka planı olan anlamlı şarkılar dinleriz. Keşke...

Amsterdam Taksim olmuş haberimiz yok

Amsterdam’da yürüyoruz. Elimize bir broşür tutuşturuluyor. Parti var. Peki kimler çalıyor? DJ Beyza. Altına bakıyoruz, “Visuals by Yonca” . Yani görsel numaraları da Yonca yapacak.
Aaa enteresan!
Ardından bir binanın duvarında Nil Karaibrahimgil’in eski bir konserinin hafif paralanmış afişiyle karşılaşıyoruz.
Aa ne tesadüf?
Yürümeye devam. Aynı zamanda bir de sanat merkezi olan bir kafeye oturuyoruz. Mönüde Türk yoğurdu ve Türk sosisi var. Yani sucuk. Daha önce kafelere gittim ama yoğurda Türk yoğurdu yazanını ilk kez gördüm. Sucuk da cabası...
Allah Allah...
Kafedeki dergiler arasından Time Out’u alıp bu akşam ne var bakalım sağda solda diye merak ediyoruz. Melkweg’de Yüksek Sadakat konseri var.
Nasıl yani? Şaka mı bu?
Akşam bir İtalyan restoranına gidiyoruz. İtalyan müşterilerle çatır çatır İtalyanca konuşan patron yanımıza geliyor: “Pizzanızı beğendiniz mi?” Sağol der demez “Türk müsünüz” diyor. Adı Yasin’miş. Pes...
Gördüm, test ettim, onayladım. Amsterdam Taksim olmuş haberimiz yok. Giderseniz yabancılık çekmezsiniz. Üstelik kafeler, restoranlar Taksim’den ucuz. Haberiniz olsun.