Yıllardır gitar müziğinin en önemli isimleri arasında bulunan, The White Stripes ile hayatımıza girdikten sonra muhtelif grup ve projelerle 2000’lere damgasını vuran Jack White ilk kez bir solo albüm yayımladı. Adı “Blunderbuss” ve mutlaka dinlemelisiniz
Her zaman söylüyorum. İyi bir şey dinleyince önce görmezden geliyor gibi yapıyorum. Sonra suskunlaşıyorum (‘Vay be’ tadında bir suskunluk). Ardından “Ben bunu kimseye söylemeyeyim” diyorum. Daha sonra gazetede yazdığımı hatırlıyor ve istemeye istemeye paylaşıyorum. Bu hafta Jack White’ın yeni albümünü dinleyince sırayla bunları yaşadım. Beğeninin beş aşaması: Görmezden gel, içine kapan, saklamaya çalış, gazetede yazdığını hatırla ve yaz. Yazayım o zaman.
White 2000’lerin gitar müziğine damga vuran bir numaralı adam. Hem blues, rock’n roll ve hard rock çizgisini ve bu çizginin gitar anlayışını günümüzde devam ettiriyor hem de yeni ve orijinal.
The White Stripes’la özellikle de “Seven Nation Army” ile hayatımıza girdi, The Raconteurs ve The Dead Weather’la farklı yönlere uzandı. İngiliz model ve şarkıcı Karen Elson ile evlenip ona albüm de yaptı (“The Ghost Who Walks”), Jimmy Page ve U2 gitaristi Edge ile gitar belgeseli de (“It Might Get Loud”).
Geçen aylarda, uzun süredir bir arada olan The White Stripes’ın bir daha bir araya gelme ihtimali olmadığını açıklamıştı. Yeni albüm işte bütün bu dönemin ardından yaptığı ve ilk kez kendi adıyla yayımlanacak bir çalışma. Lafı dolandırmaya gerek yok, Jack White’ın ilk solo albümünde ters hiçbir şey bulamıyor insan. Blues ve rock’ın muhtelif karışımları üzerine çalışan ve hayatı bu iki uç arasındaki sayısız noktada farklı müzikal formüller geliştirmekle geçen White kendi albümünde daha sakin, daha net ve daha doğrudan. Piyano, akustik gitarlar, kemanlar kafasına göre neye ihtiyacı varsa ona başvurmuş şarkılarda. İmzası haline getirdiği cayır cayır garaj sound’unu arayanlar hafif törpülenmiş bir müzikle karşılaşacak.
Muhtemelen ‘arena’ları sallamak için yazdığı “Sixteen Saltines”, Freddie Mercury’nin yaşasa cover’lamaktan menuninyet duyacağı “Hip (Eponymous) Poor Boy ”, 2012 model Led Zeppelin şarkısı gibi duran “Take Me With You When You Go” gibi şarkılar yaptığı sürece albümün kalan kısmında istediğini yapar ve biz eyvallah deriz.
Albümle ilgili bir diğer enteresan nokta sözlerle ilgili. “Biri sana sensiz yaşayamıyorum diyorsa, yalan söylemiyordur”... Açılış şarkısı “Missing Pieces”ta böyle diyor.
Ve anlatmaya başlıyor.
Albüm baştan sona sanki White bir kadınla ya da kadınlarla kavga ediyor ya da ayıptır söylemesi laf sokuyor gibi. Ama bu, şarkıların tarzı ne olursa olsun albümün aynı enerjide kalmasını sağlamış. Elbette bu durum eski eşi Karen Elson’a ‘mektup’ mu yazmış diye sormamıza neden oluyor. Yanıtını bilemiyoruz. Ama öyle olmayacağına dair bir fikrimiz albümün künyesini inceleyince ortaya çıkıyor. Geri vokallerde Karen Elson var. Yani bir mektup yazacak olsa White’ın “Karen odama gelir misin iki dakika?” demesi yeterliydi herhalde.
Jack White, Dylan gibi ustalara olan hayranlığıyla tanınan biri ve kariyerinin ilk solo albümünde onların yolunda olduğunu kanıtlamış. Ben bu hafta daha iyi bir şey dinlemedim.
“Steve Jobs dijital müziğin öncüsüydü ama akşam eve gittiğinde plak dinliyordu”
Bu cümleyi aktaran Neil Young. 5 Haziran’da “Americana” adıyla yayımlanacak albümünü sabırsızlıkla beklediğimiz Young bazı yeni dijital müzik formatları üzerinde çalışıyormuş. Geçenlerde ABD Patent Dairesi’ne gitmiş ve altı yeni yüksek kaliteli müzik formatının patentini tescilletmiş. Bunlardan biri enteresan. SQS, yani Studio Quality Sound. Young bir süredir analog stüdyo kaydı kalitesinde bir dijital format oluşturmak üzerine kafa yoruyormuş. Bunu anlamı şu: Dijital olacak, mp3 ya da benzeri basit formatlardan daha fazla yer kaplayacak belki ama iyi bir pikaptan kaliteli bir plak kaydı dinliyormuş hissi yaratacak.
Young şöyle demiş: “Emin olun Jobs yaşasaydı bunun üzerinde çalışıyor olacaktı.” Bence de haklı.
Caz Festivali’nde muhakkak gidilmesi gereken üç konser
* Sharon Jones and the Dap Kings / 17 Temmuz, Santralistanbul Kıyı Amfi: Hayatımın kadını Sharon Jones ilk kez Türkiye’ye geliyor. Funk, soul, blues seviyorsanız ve en basitinden eğlenmek istiyorsanız gidin bu konsere. Müzikal cümleler falan kurmak istemiyorum. En önde bütün şarkıları ezbere söylüyor olacağım, kuracağım en müzikal cümle budur. Bence yılın konseri.
* Erykah Badu / 13 Temmuz, Harbiye Cemil Topuzlu: Hip hop, caz, funk ve soul’un en baba seslerinden cool kadın, Erykah ablamız ilk kez geliyor. Çok güzel ve çok özel olacak.
* The Dears / 12 Temmuz, İstanbul Modern: Kanadalı indie ekip İstanbul Modern’e çok yakışır. Şimdiden “Missiles” isimli albümlerini dinlemeye başlayın derim.
Sadece bu üçü değil tabii program. Ama ben bunları kaçırmam, kayıtlara geçsin istedim.
İTİRAF EDİYORUM
* Sevdiğim bir konseri Twitter’dan naklen ve dakikada en az beş tweet hızıyla, tüm saçma geyik ve detaylarıyla herkes kesinlikle anlayacakmış edasıyla aktarmak istiyorum. Tıpkı futbol maçlarında insanların yaptığı gibi: “O penaltı değil.” “Aaaaaaaah Messiiiii”. Bunun gibi şeyler...
* Anzak Koyu’ndaki anma törenine gelen genç kitleyi ve anma törenini izleyince “Demek kimsenin kimseyi temsili olarak vurup öldürmediği, ajite nutuklarla düşmanlığın körüklenmediği, tamamen pozitif hislere vurgu yapan insancıl kutlama ve insancıl milliyetçilik de olabiliyormuş, ne güzel” dedim kendi kendime (Allah sahibine bağışlasın)...
* Valilik özel bir firmaya (Pronet adlı firma) “Gidip apartmanlara girin, milletin tek tek kapılarını çalın ve onlara evlerinin güvenlik sistemleriyle ilgili sorular sorun” diye nasıl izin verebiliyor anlamıyorum. Bizim apartmanın güvenliğinden size ne kardeşim? Bu ne çarpık ticaret? Bu bilgiler kimde toplanıyor? Ne amaçla kullanılıyor? Biri anlatsa da vatandaş öğrense ne yaptığınızı.
* Efes One Love’a Pulp’ın geleceğini öğrenince sevindim, “Pulp’ı severim ama bu festivale kimin geldiği önemli değil” diye düşündüm. Gotye’ye “Somebody That I Used To Know”da eşlik eden Kimbra ve Salah Sue açıklanan diğer isimler. Dahası var. Bir de not: Santralistanbul’da 14-15 Temmuz’da gerçekleşecek One Love Festival bu yıl ilk kez Tünel’de beş ayrı mekanda festival after party’leri düzenleyecek. Sabaha uzanmak isteyenlerin aklında olsun şimdiden.
Meraklısına...
Nokta atışı bir öneride bulunayım. Ozan, besteci müziği kafasını seviyorsanız Michael Gira İstanbul’a geliyor. Jameson Movie Sounds gecesine katılacak ve
4 Mayıs Cuma akşamı Garajistanbul’da bir konser verecek. Öncesinde de Hawk and the Hacksaw var. Yeni bir şeyler keşfetmek, değişik bir şey dinlemek ve
izlemek istiyorsanız sizin geceniz o gece.
Bu gece
Hafif Müzik Kanyon’da online konserleri 123 ile devam ediyor. Saat 22.30’da hafifmuzik.org/kanyonda adresinden konseri canlı izleyebilirsiniz.