Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Hepsi hayatlarını birer proje olarak yaşama peşinde. Standart yollardan geçiyorlar. Standart röportajları verip standart lafları ediyorlar. Hepsi tornadan çıkmış gibi. Hepsi kariyerist. Hepsi kısa yoldan yırtma peşinde.
Lüks arabaya bineyim, İstinye Park’ta görüneyim, yazın kazıklanmaya güneye gideyim, kışın kazıklanmaya Ulus’a Etiler’e Boğaz’a...
Hayalleri bunlar.
Aynı kebapçı, aynı gece kulübü, aynı marka araba, aynı sevgisiz, samimiyetsiz açıklamalar. Aynı bayağı şarkılar, aynı bayağı sözler.
Hepsi gururlu, hepsi şerrrefli, hepsi hassas, hepsi hisli, hepsi Anadolu delikanlısı, hepsi iyi aile kızı, hepsi çok ama çoooook “keyifli” insanlar...
Keyifli programlara katılıp, keyifli sohbetler ediyor, keyifli yemekler yiyor, keyifli tatiller yapıyorlar. Herkes keyifli bir şeyler yapma peşinde, ama kimsenin iyi bir şey yapmaya niyeti ya da vakti yok. Hayat kısa.
Ne “gidiyorsa” o sırada onu yapacaksın.
Hem yeteneksizler hem hırslı. Hem vasıfsızlar hem de her şeyi yapmak istiyorlar. Hem tembeller, hem kendilerini geliştirmiyorlar, hem de her şeyi istiyorlar. Hem bilgileri yok hem herkesten çok çıkıyor sesleri.
Canım, aşkım, bebişim vs...
Aynı anlaşılmaz cümlelerle iletişim kuruyorlar. “Canım”lar, “aşkım”lar, “sayın”lar, “siz”ler... Bir yalan dolan sahtekarlık bulutu...
Şarkılarında hep aynı içi boşalmış laflar. Yürekler, canlar, sensizlikler, ateşler, yalnızlıklar, yağmurlar diniyor, güneşler doğuyor...
Twitter’a “Ah geri ver olası gözyaşımı” yazdım. “Olası gözyaşı ne ya” diye dalga geçtiniz...
Taptığınız Ajda Pekkan’ın son albümünden büyük besteci ve söz yazarı Serdar Ortaç yazmıştı bu dizeleri halbuki, ben değil.
Hepsi ne kadar âşık, hepsi ne kadar çok seviyor, hepsi ne kadar haklı, hepsi ne kadar anlaşılmamış, hepsi ne kadar perişan, ne kadar sıkıcı, hepsi ne kadar gergin ve saldırgan...
Ve hepsi de illa sevilmek istiyor.
Gidersen ödetirim, pişman olursun, benim gibisini bulamazsın...
Neden bulamayacakmışım senin gibisini? Nedir marifetin arkadaşım bir sor kendine, neden?
Karşıdakine sürekli “aşkım” diye diye aşka yabancılaşmış ruhsuz bir İstinye Park ordusu...
Kıt Türkçeleri, dar ufukları ve engel tanımayan yırtma hırslarıyla bize bizi anlatacak ozanlar, sanatçılar, müzisyenler bunlar öyle mi?
Soruyorum, merak ediyorum. Bizim kuşağın ozanları kim?
İleride geri dönüp bu yıllara baktığında birileri kimin şarkılarından okuyacak bizim psikolojimizi, hayallerimizi, aşklarımızı, sevinçlerimizi, hüzünlerimizi, zaferlerimizi, yenilgilerimizi...
Bizi kim anlatacak?
Yanıtınız var mı? Benim var aslında.
İzin verirseniz onu da başka bir yazıya saklayayım.


Scarlett Johansson’u sevmek için 5 neden

* “Lost in Translation”da oynadı. O camın önüne oturup “Sana şöyle tepeden baktım aziz Tokyo” halleri yok mu Scarlett’in, o yeter...
* Tom Waits şarkılarını yorumladı (“Anywhere I Lay My Head”). O Tom Waits ki bir türlü gelmez şu memlekete ve her sene hop oturtup hop kaldırtır, acaba İKSV mi getirecek yoksa Pozitif mi diye...
* Jeff Buckley’nin “Last Goodbye”ını cover’ladı “He’s Not Just That Into You” için. Dünyanın en şahane filmi değil ama yine de bir akşam sevgilinizle (ya da kız kıza) izleyebilirsiniz. İtiraf edelim, erkek erkeğe izlenmez bu romantik yapım.
* Pete Yorn ile şahane bir
albüm yaptı (“Break Up”).
* Veeee son olarak da Serge Gainsbourg için yapılan tribute albümünde “Bonnie & Clyde”ı söyledi. Bu şarkının yer aldığı, aynı ismi taşıyan albüm 1968’de çıkmıştı. Gainsbourg orijinalini Brigitte Bardot ile söylüyor. Yıllar içinde bir sürü insana ilham vermiştir. MC Solaar bile zamanında bunun üzerine bir rap şarkısı yazmıştı
(“Le Nouveau Western”). Şarkıda Gainsbourg’un oğlu
Lulu ile düet yapıyorlar.
Ey Scarlett... Değmediğin, dokunmadığın üstad, baba adam, efsane, cool adam kalmadı piyasada. Bakalım sırada kim var...

Erken konserin faydaları

Hafta içi işten çıkınca konser saatine kadar sağda solda sürtmek ve perişan olmak yok.
Konsere gelip gece yarısına kadar sanatçıyı beklemek, beklerken de sıkıntıdan habire tüketmek, habire yiyip içmek yok.
Konserden sabaha karşı çıkıp bitik bir şekilde yatağa düşmek yok.
Sabah baş ağrısıyla kalkıp küfrederek işe gitmek yok.
Bunlar olduğu için zaten bir sürü insan hafta içi dışarı çıkmıyor, konsere falan da gitmiyor. Çünkü konser demek çoğu zaman bu ritüele maruz kalmak demek.
Babylon’cular da böyle düşünmüş olacak ki erken konser uygulamasını başlatıyorlar bu kış. Konserler 21.30’da başlayacak. Artık “dokuzbuçuk yazıyor ama o onbirden önce başlamaz abi, geç gidelim” yok, aklınızda bulunsun. Gittiğinizde her şey bitmiş olabilir.
Babylon’u diğer mekanlar da takip edecektir.

Nargileciler dokunulmaz mı?

Merak ediyorum. Konu masalar olduğunda Beyoğlu’nda nizamı sağlamaya kararlı olan belediye acaba İstanbul’un dört bir yanında nargilecilerin işgal ettiği sokaklarla neden hiç ilgilenmiyor?
Merak ediyorum, Tophane’deki Nusretiye Camii’ni nargileciler kullansın diye mi yapmışlar?
Merak ediyorum, sigara sağlığa zararlı da nargile geleneksel tütün içme tarzımız olduğundan faydalı mı? O yüzden mi Başbakan milletin cebinden sigaralarını kapıp bu mereti bıraktırıyor ama binlerce nargileciden birine bile uğrayıp o dumanaltı ortamı denetlemiyor?
Merak ediyorum sigara siyah pakete giriyor da nargile neden her yerde başköşede?
Geleneksel olduklarından mı, alkol satmadıklarından mı dokunulmaz nargileciler?
Hayır nargile sağlığa faydalıysa açıklayın da biz de bir köşeye çöküp sesimizi keselim.

Balkon saçmalığı

Haberin Devamı


Bazı yöneticileri ve söylediklerini, yaptıklarını, önerdiklerini görünce gerçekten aklımız almıyor. Milletçe delirdik herhalde. Çıldıray...
Masaları kaldırdınız. Keşmekeşti, rezillikti, olay çığrından çıkmıştı, gözünü para bürümüş birtakım insanlar Asmalımescit’in ırzına geçiyordu.
Dedik ki mekancılara, “Şeriat geliyor diye kandırmayın bizi kardeşim, bu sizinki iş değil, kendinize çekidüzen verin”.
Belediyeye de iki çift lafımız oldu: “Masaları düzenleyeceğine toptan kaldırmak ne demek? Ne biçim uygulama yapıyorsunuz?”
Bekledim. Bu konu çözülecek nasılsa, bu ticari meselede anlaşacaklar diye. Olmadı.
Sonunda fönlü açıklama geldi: “Masa yok, balkon yapın.”
Bu ne saçmalıktır, ne biçim sorun çözmektir.
Masaları eski sarı çizgili yere çekmek ve orada tutmak için denetimi artırmak bu kadar mı zor? Sizin derdiniz nedir?
Milleti gizli ajandanız olmadığına nasıl inandıracaksınız? Balkon yaparak mı?
Allah size akıl fikir versin.
Bize de sabır.

Bazı yöneticileri ve söylediklerini, yaptıklarını, önerdiklerini görünce gerçekten aklımız almıyor. Milletçe delirdik herhalde. Çıldıray...
Masaları kaldırdınız. Keşmekeşti, rezillikti, olay çığrından çıkmıştı, gözünü para bürümüş birtakım insanlar Asmalımescit’in ırzına geçiyordu.
Dedik ki mekancılara, “Şeriat geliyor diye kandırmayın bizi kardeşim, bu sizinki iş değil, kendinize çekidüzen verin”.
Belediyeye de iki çift lafımız oldu: “Masaları düzenleyeceğine toptan kaldırmak ne demek? Ne biçim uygulama yapıyorsunuz?”
Bekledim. Bu konu çözülecek nasılsa, bu ticari meselede anlaşacaklar diye. Olmadı.
Sonunda fönlü açıklama geldi: “Masa yok, balkon yapın.”
Bu ne saçmalıktır, ne biçim sorun çözmektir.
Masaları eski sarı çizgili yere çekmek ve orada tutmak için denetimi artırmak bu kadar mı zor? Sizin derdiniz nedir?
Milleti gizli ajandanız olmadığına nasıl inandıracaksınız? Balkon yaparak mı?
Allah size akıl fikir versin.
Bize de sabır.
Bu bir albüm tanıtım yazısı değildir

The Rapture’ın “In The Grace Of Your Love” isimli yeni albümünü dinliyorum. Ve gerçekten son iki gündür başka bir şey de dinleyemiyorum. Nedir nasıldır derseniz, hüzünlü bir dans albümü gibi bir şeyler. 11 şarkı var içinde. İlk single “How Deep Is Your Love”ı size buradan müjdelemiştim büyük olacak bu şarkı diye. Oldu da. Şimdi albümün kalan kısmını dinleyin derim. Şahane. Albümle ilgili bilgiler milgiler Wikipedia’da var. Google’layınca hemen çıkıyor karşınıza. Aynısını buraya uzun uzun kopyalayıp edebiyat parçalamaya niyetim yok (Aaa ne biçim müzik yazarısın sen!). İşin aslı, biraz daha dinleyip daha geniş bir yazı yazacaktım bu albümle ilgili ama dayanamadım, hemen paylaşayım istedim. n