Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Youtube’a girecek, sosyal medyada takılacak, günümüz dünyasına uyum sağlayacaklarmış. MTV’nin başkanı Van Toffler böyle diyor
Van Toffler’ı uyku tutmamış. Televizyonda izleyecek bir şey ararken çok sıkılmış (zaten en yaratıcı ya da başınıza en fazla bela olacak fikirler hep böyle anlarda gelir), “Beavis ve Butt-Head olsaydı da izleseydik” diye düşünmüş. Bunu ben de bazen düşünüyorum. Aramızdaki fark, adamın global bir eğlence kanalı olması. Dolayısıyla Beavis ve Butt-Head tıpış tıpış geri dönüyor.
Elbette farkındayım, şimdi 90’lılardan oluşan gençlik bu çizgi kahramanları pek hatırlamaz. İki tipik ergenden bahsediyoruz. Rock’çılar, abazanlar, hafif embesiller, kafaları farklı çalışıyor ve en önemlisi komikler. Metallica’nın tavan yaptığı, rock ve metalin kitleselleştiği yıllarda bu ikili zamanın ruhunu yansıtıyordu.
Kevin Smith o yıllarda “Mallrats / Aylaklar” filmini çekmişti. Bu film Fellini’nin 1953’te çektiği, İtalya’da bir grup aylak arkadaşın hikayesine odaklanan “I Vitelloni / Aylaklar” filminin 90’lar versiyonu kabul ediliyordu. Amerika’daki alışveriş merkezi çılgınlığı ve orada takılan işsiz güçsüz, alt ve orta sınıf gençlerin muhabbetleri vardı bu filmde.
Beavis ve Butt-Head o dönemin ergenleriydi. Osuruyor, geğiriyor, mastürbasyon yapıyor, porno izliyor ve ortalığı fena karıştırıyorlardı. Ama onlara kızamıyorduk. Acıklı hallerine gülüyorduk. Çünkü hem hafif salaktılar hem de sivilceli birer kaybedendiler. Televizyonun karşısında takılıp boş boş zaman geçiriyorlardı. İnternet kültürü yoktu çünkü daha...
Bu ikilinin maceraları MTV’de yayımlanmaya başladığında resmen yer yerinden oynamış, “South Park”ın olmadığı (1997’de başladı) bir alanda keskin mizah anlayışını onlar tek başına temsil etmişti. 1992’de başlayan Beavis ve Butt-Head’in yaratıcısı Mike Judge “Office Space” filminin de yönetmeni. Bunlar hep 90’lar klasikleri arasında yer alıyor bugün.
Peki 2011 itibarıyla dönüşleri nasıl olacak? Bir kere yaşlanmış olmayacaklar. Normalde 30’larında ve hala “loser” olmaları olayı farklı boyutlara getirirdi. Muhtemelen Irak’a gitmiş ve berbat halde dönmüş olurlardı. Bu eğlenceli değil.
Eğlenceli olan aynı yaşta (ve zeka yaşında) bugüne ışınlanmaları.
Çünkü bugün dünyada dalga geçmek için 90’lardan çok daha iyi malzeme var.
Mesela Justin Bieber’la karşılaşmalarını merak ediyorum. Ya da Lady Gaga’yla.
70’lerde “kaybeden” kabul edilen lisedeki “inek” tipler sonradan bilgisayar ve yazılım aleminde milyarder oldu, dünyayı değiştirdiler. 90’ların rock’çı ergenleri ise ya araba satıcısı oldu, ya pazarlamacı, ya da esnaf. Müzik yapanlar şimdi eski grupları yeniden bir araya getirip emeklilik ikramiyesi kazanma peşinde. Onların şanssız olanları Rocklahoma gibi 80’ler hair rock festivallerinde peruk takıp sahneye çıkıyor.
Bakalım hep televizyon seyreden Beavis ve Butt-Head 2011’de bilgisayar karşısında neler yapacak?

PAZAR ALBÜMÜ
“Kiss Each Other Clean” Iron & Wine
Iron & Wine besteci ve şarkıcı (az da gitar çalıyor) Samuel Beam’in sahne adı. 37 yaşındaki Beam 2007’deki “Shepherd’s Dog” isimli albümüyle dikkatimizi çekmişti. Şubat ayında yayımlanan “Kiss Each Other Clean”le bu ilgimiz boyut kazandı. İyi söz yazan, zamane hikayeleri anlatan, bunları gitarıyla, piyanosuyla klasik besteler haline getiren biri. Doğal bir sesi, makul bir müzik vizyonu var.
İyi bir pazar albümü. “Glad Man Singing”den başlayın, tekrara alın, pazarın tadını çıkarın...

İTİRAF EDİYORUM...
*Şu anda Texas’ta olmak isterdim. Dünyanın en yaratıcı ve avangart grupları ve sanatçıları ABD’nin Texas eyaletinde Austin kentinde. Burada South By South West (SXSW) festivali, konserler, performanslar, konferanslarla devam ediyor. Bu yıl gargaraya geldi ama seneye kaçırmam.
*Kim Jong Il’in birtakım objelere “baktığı” fotoğrafların yer aldığı blogu Hafifmuzik’te (aralık ayında) önermiştim. GQ nisanda en iyi blog diye yer vermiş. Bizi takip etmeye devam ediniz. Bu blogu da...
*Bertuğ Cemil’in albümünü tanıtırken gitar sololarını beğendiğim şarkının adını “Oda” diye yazarken gerçekten ne düşünüyordum, bilmiyorum. Albümde öyle bir şarkı yok. Doğrusu “Hep Varsın” olacaktı. Düzeltelim.


Tokyo’ya müzik akademisine bir-ki...
Berlin, New York, Dublin, Sao Paulo, Cape Town, Roma, Seattle, Melbourne, Toronto, Barselona... 1998’den bu yana Red Bull her yıl dünyanın bir şehrinin bir mahallesini bir tür deneysel ve fütüristik müzik laboratuvarına dönüştürüyor. Bunun adı Red Bull Music Academy.
Müzisyenler, enstrümantalistler, DJ’ler ve müziğin farklı alanlarında çalışan isimler bu akademiye katılmak için başvuruyor. Binlerce başvuru arasından 60 kişi seçiliyor, her biri kendi alanında zirvede olan isimlerle tanışıyor, onların verdiği seminerlere katılıyor ve müzik üretiyorlar.
Akademinin yapıldığı şehirler dünyanın farklı bölgelerinde de olsa hep metropol özelliği taşıyan yerler. Çokkültürlü, kozmopolit alanlar. Bu şehirler aynı zamanda dünyanın şehir kültürünün üretim merkezleri. Bu yıl sıra Tokyo’da.
Ben bir sürü parlak fikri olan açık fikirli bir müzisyen olduğuma inansaydım oraya gitmek için can atardım. 2 Şubat’ta başlayan başvuru dönemi
4 Nisan’a kadar devam ediyor. www.redbullmusicacademy.com adresinden bir form indiriyor, doldurup demonuzla yolluyorsunuz.
Dünyanın sadece gün içinde dönüp dolaştığımız üç beş sokak, bir-iki web sitesi, bar, gece kulübü ve televizyon programından ibaret olmadığına inananlar, acele edin! Akademi sizi bekliyor.

“Alternatif” not defteri
*Son günlerde adını sık duyduğum Can Bonomo 18 Mart’ta Roxy’de çalıyor. İzlemek lazım.
*Nükleer Başlıklı Kız’ın “Kaç Kere” isimli şarkısına Punkt Studio tarafından çekilen animasyon video çok iyi olmuş. Şarkı da öyle. Albümü baştan dinleyeyim bir ara.
* Ramadan’ın “Türkçe sözlü 80’ler” tadındaki dans müziği hiç fena değil. 25 Mart’ta İndigo’da çalacak. Bir ara uğrayıp ortama şöyle bir bakmalı.