Bütün içtenliğimle söylüyorum, gelin bu defa farklı davranalım.
Riyakarlık etmeyelim.
Dün ilk yıkımıyla start verilen Dönüşüm Projesinden söz ediyorum.
Sırf muhalefet etme adına, onbinlerce insanın hayatını kurtaracak bir projeyi sulandırmayalım. Unutmayalım ki ilk defa, en basit depremde dahi yıkılıp,altında kalanların ölmelerini engelleyecek bir proje başlatılıyor. Şimdiye kadar hiçbir siyasi iktidar böylesine cesur davranmadı. Hakkını verelim.
Eminim, yıkılacak onbinlerce binayı kapsayacak olan bu girişimde yolsuzluklar da olacak, yanlışlar da görülecek. Gördüklerimizi yakalayalım, eleştirilerimizi yapalım, ancak projeyi engelleme noktasına getirmeyelim. Bu projenin gerçekleşmesi durumunda yüzbinlerce hayat kurtarılacaktır.
Elindeki yıkıntı binayı üç misline vermeye çalışana kol kanat germeyelim.
Üç kağıtçı ev sahiplerini acındırmayalım.
Yan çizen belediyelere, rant peşinde koşanlara aman vermeyelim.
Bu olayı popülizm adına sulandırmayalım.
Aksi halde, bu proje ilerlemezse, ölüme mahkum olan insanların sorumluluğu vicdanlarımızdan hiçbir zaman silinmez, bunu da bilmeliyiz.
Bunlar mı spordan anlamıyor?
Bu haftaki 32.Gün programında Alex olayını tartıştık. Hatta bu gece saat 19:50’de CNN TÜRK'te tekrarını izleyebilirsiniz. Kadromuza bir bakın hele. Hani "Kadınlar spordan anlamaz" diyenler var ya, halt etmişler. Erkeklerden çok daha iyi anladıklarını ispat ettiler.
Türkler yurtdışına çıkınca, acaba neden HIV kapar?
Türk Kızılay Genel Müdürü Ömer Taşlı geçenlerde bir basın toplantısındaydı galiba, bir soru üzerine "Türkler zenginleştikçe, yurtdışına çıkan Türk turist ve iş adamı sayısında artış olduğunu , bununla birlikte de, kan yoluyla bulaşan ve AİDS hastalığına yol açan HIV virüsünün ülkemizde yaygınlaştığını" açıkladı.
Aman efendim, bir tepki bir tepki...
Şaşırdım kaldım.
Bundan daha normal ne olabilir ki ?
Seks delisi bir toplumda yaşıyoruz. Kimi gizlice, kimi açıkça neler yapıyor, haberlerde hergün izliyoruz. Eh, bu insanlarımızı bir de yurtdışında neler yapabileceklerini bir düşünün yeter. Ukrayna' da bile, aşırı ilgiden dolayı (!)kadınların Türk müşterileri aleyhine yürüyüş yaptıklarını, sefaretimizin önünde gösteri yaptıklarını unutmayalım.
Kızılay Genel Müdürü azını söylemiş, fazlasını söylememiş. Neden kızıldığını hala anlayabilmiş değilim.
Engin Ceber'in kanı yerde kalmadı
Tam dört yıldır bekliyorduk ve sonunda yargımız adaleti yerine getirdi.
Engin Ceber, sol görüşlü bir dergi dağıtırken gözaltına alınmış, Metris Cezaevine atılmıştı. Hem karakolda, hem de cezaevinde yediği dayak ve işkencelerden dolayı 10 ekim 2008'de hayatını kaybetti. Ölümünün dayak ve işkencelerden kaynaklandığı da, güvenlik kameralarına yansıdığı gibi, doktor raporlarıyla da saptandı.
O gün bugündür, Engin'in hakkını aradık.
Sonunda da derin bir nefes aldık. Metris Cezaevi 2 inci Müdürü Fuat Karaosmanoğlu, gardiyanlardan Sami Ergazi ve Selahattin Apaydın ömürboyu hapse mahkum oldular. Ayrıca,9 gardiyan,polis, cezaevi doktoru ve asker de çeşitli cezalara mahkum edildiler.
Devlet, bu defa suçlularına kol kanat germedi.
Yargı da doğrusunu yaptı.
Tüm dayakçılar ve işkencecilerin kulaklarına küpe olsun.
Artık bu uygulamalar kimsenin yanında kar kalmıyor. Ayağınızı denk alın.
FB, Alex'i çok arayacak...
Çok ilginç bir olay yaşadık. Müthiş bir Alex fırtınası esti. Henüz de tümüyle geçmedi. Artçı depremleri hala sürüyor.
Şimdi kendi kendime soruyorum; Aziz Yıldırım'ın son derece sert fırçasına rağmen, FB taraftarının tepkisinin altında sadece Alex'in kişiliği mi yatıyor, yoksa başka birşeyleri protesto etmek için Alex mi kullanıldı ?
Aziz bey çok sertti. Hele o zavallı Saffet'in kameralar önünde tanık gösterilip sorgulanması da çok gereksizdi, ancak işin o tarafını tabii ki Başkan bilir.
Ne olursa olsun, Alex hepimize damgasını vurmuş. Hepimiz için başka birşey ifade eder olmuş. Kimine göre nankörlük yapıldı, kimine göre kendini dev aynasında gören bir futbolcuya dersi verildi.
Kim neyi vermiş olursa olsun, hepimiz Alex'i arayacağız.
Vural Gökçaylı'nın dev sergisi
Moda ve tasarımın kalbi yarından itibaren Antalya’da atıyor. Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve Tekstil Tasarımı Bölümü tarafından düzenlenen, “ I. Uluslararası Antalya Moda ve Tekstil Tasarım Bienali” başlıyor. 8 Ekim-9 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek Bienal ile modanın kalbi Antalya’ya taşınacak.
Bienal’de iki panel, yedi sergi, dört çalıştay ve sempozyum düzenlenecek. Ama benim dikkatimi çeken sergi, müzede olanı. Türkiye’de ilk defa, bir arkeoloji müzesinde moda sergisi açılacak. Vural Gökçaylı’nın “Kaybolan Şıklığa Hatırlatma Vural Gökçaylı Retrospektif Sergisi” Antalya Arkeoloji Müzesi’nde açılacak ve müzeye moda hakim olacak. Sergi, Gökçaylı’nın 1960 ile 2000 yılları arasındaki çalışmalarından seçkileri içeriyor. Gökçaylı’nın eserlerinde ise etnografya ve arkeolojinin ne kadar önemli olduğunu bu sefer dünyanın en önemli arkeoloji müzelerinden birinde gözlemlemek çok heyecan verici olacaktır.
İsmet Berkan'a yanıt: Kürtlere verilen taviz değildir...
İsmet Berkan, dünkü köşe yazısında, okurlarına bir soru sordu.
Mahkemelerde Kürtçe Savunma uygulamasının başlayacağı konusundaki yeni adım hakkında "Gelin siz karar verin, bu bir taviz mi? yoksa bir hakkın verilmesi midir?" diyerek hepimizi tahrik etti.
Zaten onun sormasına gerek kalmadan, cennet vatanımızdaki belirli bir kesim ayaklanmış ve Kürtlerin Ana Dillerini kullanma alanının yaygınlaştırılmasının, bu ülkeyi bölünmeye götüreceğini söylemeye başlamıştı bile...Bu kesim için, affedilmeyecek bir taviz veriliyordu.
Ne acı değil mi ?
Bizler ana dilimizde yazıp çiziyor, hakkımızı savunuyoruz, ardından Kürtlere dönüp "Yook olmaz. Sen kendi dilinde savunma yapamazsın, dilekçe yazamazsın. Türkçe öğren gel. Hayatını Türkçeyle devam ettir..." diyoruz.
Ne büyük haksızlık değil mi?
Bunun neresi taviz?
Bu açıkça, uzun yıllardır eziyet çektirdiğimiz milyonlara haklarını verebilmektir. Üstelik, ne kadar gecikirsek attığımız her adımın değerinin daha da azalacağını bilmemize rağmen, hala direniyoruz.
Kendi ellerimizle bu ülkeyi böldüğümüzün hala farkında değiliz.
İsmet Berkan'a yanıt: Seninle aynı fikirdeyim İsmet. Buna taviz denmez. O insanları kazanabilmek için son derece normal-hatta mütevazi - bir adımdır.
KİTAP KÖŞESİ
“HAKİKİ AŞK”
Geçenlerde masamın üstünde kocaman “aşka dair” yazan bir kitap gördüm “ohhh” çektim. Siyaset, tarih, katliamlar, cinayetlerden sonra biraz “aşk” okumak güzel gelir diye düşündüm ki, İskender Pala yazmış; “aşka dair”. Rahatlama sevincim yerini meraka bıraktı. Pala da kitabın daha ilk cümlesinde okuyucuya sesleniyor ve “Biliyorum aşkı merak ediyorsun ama… Bu sayfanın arkasındaki yazılara gelince, onlar hakiki aşkı tanımak isteyenler içindir.” diyor. “Hakiki Aşk” nedir ne değildir. “Arayan hakiki aşkı bulur mu?” (www.kapiyayinlari.com)