Levent Köprülü

Levent Köprülü

-

Tüm Yazıları

Showroom’larda sıralanmış pırıl pırıl otomobillerin piyasaya sunulmadan
önce girdiği testler, çektiği eziyetler, belki de “pişmiş tavuğun” başına gelenlerden daha berbattır! Görse, bunu, Vasfiye Teyze bile onaylardı herhalde...

Ne çektin be testlerden,  ne çektin

Vites kutusuna 1 litre kola dökülürse ne olur?

Elde avuçta ne biriktiyse, bileziklere katık edilip
1988 model ilk otomobilimi aldığımda acayip sevinmiştim. Dile kolay, hayatımda hiç bisikletim bile olmamışken, ikinci el bile olsa bir otomobil sahibi olmayı başarmıştım. Otomobil
8 yaşında bile olsa! Derlerdi de, inanmazdım ama bazı gecelerde kendimi pencereden ona bakarken yakaladığım oldu.
Pek bi özenmiştim açıkçası. Cilalı şampuanlarla yıkatmalar, en ufak ses gelen yerini hemen tamir ettirmeye çalışmalar, hatta tişört giydirmeler... Tabii ki koltuğuna... O dönemlerde modaydı. Bir test sürüşü sonrası dağıtılan, üzerinde otomobilin markasının yazılı olduğu tişört, itinayla sürücü koltuğuna geçirilmişti. Hem havalı olsun, hem de koltuğun döşemesi eskimesin, lekelenmesin diye... Peki sonuç? O tişört, koca bedenimin ve pantolon ceplerimdeki düğmelerin hışmına uzun süre dayanamayıp parçalandı. Döşemeyse, daha deneyimli ve dayanıklı çıktı.
Biraz pamuklanır gibi olduysa da otomobil satıldığında hâlâ sağlamdı.
Aslında benim titizliğim biraz saçmalıktı, kabul ediyorum ama eskilerden öyle görmüştüm sanırım. Bir otomobil alınır ve hemen orijinal döşemelerinin üzerine bir kılıf alınıp geçirilirdi. O otomobilin fabrikasyon döşemelerinin ne olduğunu ise ancak kılıfı yenisiyle değiştirirken görebilirdiniz ve farkında mısınız, artık bu alışkanlık kayboldu gibi. Çünkü son dönemde piyasaya çıkan otomobillerin döşemeleri bir hayli sağlam. Nedeniyse, araç geliştirilirken artık “işkence” testlerinden geçiyor olmaları.

Kot giyen robotla test
Tıpkı benim gibi düğmeli ceplere sahip pantolonlar ya da kot giyenleri düşünen otomobil üreticileri, bunun için bir test geliştirmişler mesela. Yanlış hatırlamıyorsam, bir dönem Nissan’ın elinde “kot giyen robot”u vardı. Kendisi hâlâ sağ mıdır bilemem tabii! Ama bu robot, koltuk kumaşlarının, arka cebi sürekli dolu gezen ya da kot giyen sürücülere dayanıp dayanmayacağını araştırmak için kullanılıyordu. Robot ne mi yapıyordu? Saatler hatta günler boyu aynı koltuğa oturtulup kaldırılıyor, sonra da kumaşın aşınma miktarı ölçülüyordu... Bununla beraber, koltuk kumaşlarının dayanıklılığını ve leke tutma becerilerini ölçmek için üzerlerine kahve ya da meşrubat döküldüğünü de biliyoruz. Amaç, leke tutmayan ya da kolay temizlenen döşemeler...
Peki ya otomobilinizin otomatik vitesinin içine kola dökülürse ne olur? “Alın, hemen dökün!” demiyorum tabii ama kazayla böyle bir şey olabileceğini düşünen üreticiler var. Örneğin bazı Amerikan üreticiler, Amerikalıların kola ve otomatik vitese düşkünlükleri nedeniyle “kola testi”ni icat etmiş. Otomatik vites kutusunun üzerine bir litrelik kolayı boca edip, şanzımanın bozulup bozulmadığını, hasar görmesinin nasıl engellenebileceğini araştırmak için yapılan bir test bu.

Kapıları 250 bin kez açılıp kapanmış
Genelde bir dönem “kuş serisi” kullanan taksi sürücülerinin “Kapıyı yavaş kapatın!” diye uyarmalarını hatırlarsınız sanırım. O alışkanlık da, aslında Murat 124’ten kalmaydı. Çünkü kapıları yavaş kapamaya çalıştığınızda “tam” kapanmaz, hızlı çarpmayı gerektirirdi. Şimdilerde böyle bir dert yok çünkü hem binek otomobillerde hem de hafif ticari araçlarda kapılar daha kolay kapanabildiği gibi yolcu ya da sürücülerin “güç gösterileri”ne dayanıklı hale getiriliyor. “İşkence testleri” sağolsun. Mesela Gölcük’te üretilen Transit’in ön kapıları 250 bin, yan kayar kapıları da 150 bin kez açılıp kapanmış. Dodge tarafından Amerikan pazarında satılmaya başlanan Dart’ın kapılarıysa 84 bin kez kapanıp açılmış.
Sadece kapılar mı? Yine Dart için yapılan testlerde kornasını
75 bin kez çalmışlar, fren pedalına ise tam 400 bin kez basılmış.

Bir günde sayısız ülke gezmiş gibi oluyorlar!
Elbette tüm “işkence” testleri bu kadarla kalmıyor. Üstelik bunlara, milyonlarca kilometre süren normal yol testlerini eklemiyorum bile. Mesela, soğuk iklim testleri için genelde İsviçre, Finlandiya, Amerika’nın güney bölgeleri gibi kar ve buzun rahatça bulunabileceği yerler ya da Güney Afrika, Arizona gibi sıcağın göbeği olan yerler seçiliyor.
Bir de, laboratuardan çıkmadan bir dolu ülke gezmiş kadar olabiliyorlar. Hem de bir günde. Tüm dünyadan yüzlerce ülkenin yol şartlarını taklit edebilen makinelere bağlanıp süspansiyon ve gövde dayanıklılığı testine sokuluyorlar. Yetmiyor, bu kez test pistlerine kurulmuş bozuk yollara sokuluyorlar. Ama öyle böyle bozuk değil. Siz olsanız, asla aracınızı sokmazdınız, emin olun!
Bunun yanında klimalarının verimliliğinin ölçüldüğü çok sıcak veya çok soğuk hazırlanan stüdyolara sokulurken, ardından sadece sileceklerinin performansı ölçülsün diye üzerlerine şiddetli kar ve yağmurun püskürtüldüğü başka laboratuarlara alınıyorlar. Yine yetmez, bu kez kaportalarının dayanıklılığı ölçülsün diye günlerce yağmur altında kalmışçasına veya defalarca yıkanmışçasına etki yaratan “kumlama” istasyonlarında saatler geçiriyorlar...
Yeter mi? Hayır. Bazı otomobil üreticilerinin bütün bunları yapmak için maaşlı çalıştırdıkları mühendisler var. Görevleriyse, ön üretimleri yapılmış otomobilleri, en dikkatsiz ve acımasız sürücü gibi kullanmak. Otomobili sert kullanıp kapılarını çarpıyorlar, koltukların üzerine yemek döküp bagaja sert bavullar atıyorlar, defalarca camı kapatıp-açtıktan sonra aynı anda klimayı açıyorlar. Hatta kimi zaman hava yastıklarının sensörlerinin doğru çalışıp çalışmadığını kontrol etmek için içine ağırlık konulmuş alışveriş arabasını otomobilin üzerine
doğru sürüp çarpmasını sağlıyorlar. İçiniz gitti değil mi?

Haberin Devamı


Ne çektin be testlerden,  ne çektin

Haberin Devamı


Son dönemde piyasaya çıkan otomobiller, geliştirilme aşamasında “işkence” testlerinden geçiyorlar.

Haberin Devamı

Motorlara da aynı işkenceler yapılıyor
Sadece otomobillerin kendileri mi? Motorları da bu testlerden nasibini alıyor tabii. En bilindik örnekse, Amerikalı bir üreticiden. Fabrikada rastgele seçtikleri motoru önce bir laboratuvara bağlayıp saatlerce gaz veriyorlar. Ardından aynı motoru alıp kullanılacağı bir araca, mesela kamyonete monte ediyorlar.
Bu kamyonet, önce tüm yol koşullarında tam gaz deneniyor. Yetmiyor, saatlerce arkasına bağlı olan kütüğü yerlerde sürükleyerek çekiyor. Sonra, yine arkasına bağlanan devasa bir karavanla maksimum devirde kullanılıyor. Siz “Bitti!” diye düşünürken, bu kez de alınıp, bir yarış aracına monte edilip arazide kullanılıyor. Söz konusu firma, 265 bin kilometre yaptırdığı bu motoru parçalara ayırıp neler olduğunu tek tek inceliyor. Ne de olsa dayanması gerek!
Tamam ben de bu pazarki “işkence”yi burada bitiriyorum... Herhalde bunları okuduktan sonra, otomobilinizin yanına gittiğinizde “Yalan Dünya”nın Vasfiye Teyzesi repliği kulaklarınızda çınlayacaktır:
“Ne çektin be, ne çektin!”