Levent Köprülü

Levent Köprülü

-

Tüm Yazıları

Yollarda gördüğünüz hatta kullandığınız her bir modelin birbirinden çok farklı olduğunu zannedenlerdenseniz, bunu bir daha düşünün. Günümüzde birçok farklı markanın piyasaya sürdüğü modellerin büyük bölümünün logosu birbirinden farklı olsa da, ruhları aynı

Markaları farklı, ama ruhları bir...



Geçenlerde internette şuursuzca dolaşırken bir kez daha anladım ki aslında bu hikaye pek de yeni sayılmazmış... “Hangi hikaye?”, “Ne zaman anlattın?” diye telaşlanmayın. Daha yeni başlıyoruz ve “logo mühendisliği” olarak da nitelenen bir şeyden söz etmeye çalışıyorum. Evet, yeni başlıyorum...
Düşünün ki bir otomobil almak için farklı markalara ait birkaç bayi dolaştınız, birbirine yakın fiyat ve donanım özelliklerinde araçları incelediniz. Bir de baktınız ki, bir-iki modelin sinyal kolları bile birbirine benziyor. Geçenlerde arkadaşınızın otomobilinde gördüğünüz müzik sistemine, farklı bir markanın modelinde de rastladınız. Hatta biraz teknik detaylara ilgi gösteriyorsanız, motor güçlerinin de birbirine yakın olduğunu fark etmiş olabilirsiniz. Nasıl mı oluyor? Son, belki de 15 yıldır küresel otomotiv şirketlerinin daha sık başvurmaya başladığı yöntem sayesinde...

Yeni bir şey değil!
Tüketici taleplerinin giderek artması, araçların uyması gereken çevresel kısıtlamalar, girdi maliyetlerindeki yükselme, küresel kriz nedeniyle araç gelişim maliyetlerinin artması, fiyat rekabetinin ciddi boyutlara gelmesi...
Offf yoruldum ama maalesef bu saydıklarımın tümü, üreticileri sadece “aile markaları” ile değil, kimi zaman “rakipleriyle” de stratejik işbirliklerine zorlamış durumda. Şayet “Kim, kiminle, ne yapıyor?” gibi magazin kokan bir şema ya da liste çıkarmaya çalışsanız, ilişkilerin karmaşıklığı nedeniyle kısa sürede vazgeçersiniz diye düşünüyorum. Çünkü gerçekten de çoookk karışık.
Belki baştan şunu söylemek, hatırlatmak gerek; bu strateji otomotiv dünyasında yeni bir şey değil. Geçmişi, I. Dünya Savaşı zamanlarına kadar uzanıyor. Kaynağıysa Amerika. O dönemde Teksas’ta bulunan Texan şirketi, Indiana’da üretim yapan Elcar ile anlaştı ve bu firmanın tesislerinden çıkan araçlara kendi logosunu koyarak sattı. 1926’da yine Amerika’da, Ajax markasıyla üretilen araçlar, markanın satılması sonrasında yeni sahibinin emriyle fabrikada değişime uğratıldı. Farları ve radyatör ızgaralarının yanı sıra markası da değiştirildi ve Nash olarak satılmaya başlandı. Hatta patron Charles Nash, daha önce Ajax markasıyla satılmış araçların da ücretsiz olarak bu dönüşümden yararlanmasını sağladı.

Krizler onları yarattı
Sonraki dönemlerde General Motors, Ford
ve Chrysler gibi birden fazla markası bulunan şirketlerde giderek yaygınlaşan bu yöntem, elbette motor ve diğer aksamların paylaşımıyla daha da genişledi. Bu dönemde Avrupa’da daha çok motor ve şanzıman gibi unsurların paylaşımı revaçtaydı. Bazı Avrupa markalarının evlilikleri de buna ortam yaratıyordu. Bu yöntemin ciddi tasarruf getirdiğini keşfeden Japon ve Koreli üreticiler de aynı yolu izledi.
Az önce söylediğim gibi günümüzde artık otomotiv sektöründeki ilişkiler ve akrabalıklar ilerlemiş durumda. 80’lerden başlayarak ikiz, hatta üçüz modeller üretmek iyiden iyiye popülerlik kazandı. Özellikle de ekonomik krizlerin yaşandığı ve markaların zorluğa düştüğü dönemlerde.
Ford; Mazda ile ortaklık yaptığında, Volvo’yu ve Jaguar’ı satın aldığında kendi geliştirdiği platformları bu markaların modellerinde de kullandı. Mazda 3 ve Volvo S40 ile Ford Focus, Ford Modeo ile Jaguar S Type kardeşlikleri gerçekleşti. General Motors, Saab’ı aldığı dönemde Opel Vectra’nın DNA’sını ve güç kaynaklarını Saab 9-5’te kullandı.
Artık bu yöntem, ciddi fiyat rekabeti karşısında maliyetleri düşürmeye çalışan, özellikle de birden fazla markası bulunan firmaların kurtarıcısı durumunda. Tüm dünyada üretilen araçlarda “platform” olarak bilinen temel yapıların daha fazla ortak hale gelmesine çalışılıyor. Örneğin VW, yeni global platformdan en az 50 farklı (tabii Skoda, Seat ve Audi de dahil) model geliştirmeyi amaçlıyor. Böylece hem geliştirme süresini kısaltacak, hem de tasarruf yapacak. Koreli Hyundai ise Kia ile uzun süredir aynı platformları kullanıyor. Bu nedenle iki markanın benzer sınıflardaki modelleri, aslen bire bir aynı temellere ve motorlara sahip.
Peugeot-Citroen, BMW ile yaptığı benzinli motorlara ilişkin anlaşmasını uzatırken, Ford ile de dizel motor işbirliğini sürdürüyor. Toyota da, dizel konusunda BMW’nin kapısını çalmaya hazırlanıyor. Bir dönem General Motors ile Fiat’ın ortak motor geliştirme merkezi olduğunu da hatırlatayım. Renault ise ittifak kardeşi Nissan’da daha fazla ortak motor ve parça kullanımı için bastıracağını açıklamıştı.

İkizler, üçüzler, kan kardeşler
İkizler ve üçüzler ise, son 10-15 yıllık geçmişe damgasını ciddi şekilde vurdu. Bir dönem Rover’ın sahibi olan Honda, Civic ve Rover 400’ü; Fransız PSA’nın markaları Peugeot ve Citroen ise 106 ile Saxo’yu yarattı. Günümüzdeyse 301 ve C-Elysee sedanlar, PSA’nın bu geleneğinin ürünleri.
Toyota Aygo ile ortak üretilen Peugeot 107 ve
Citroen C1’i de unutmamalı.
VW Grubu markaları Skoda’nın Rapid ve Seat’ın Toledo modelleri ikizlere, VW UP’tan türeyen Skoda Citigo ve Seat Mii modelleriyse üçüzlere örnek olmakta. Türkiye’de satışa sunulan Opel Mokka ile şubatta gelmesi beklenen Chevrolet Trax ise yine güncel ikizlerden.
Daha fazla rekabetçi olunması gereken hafif ticari araçlar ise, ikiz ve üçüzler konusunda hayli zengin. Nitekim Fiat Doblo’nun Opel ve Vauxhall için Combo olarak üretilmesi; Bursalı Peugeot Bipper ile Citroen Nemo’nun Fiat Fiorino’nun “tek yumurta üçüzü” olması, Renault Kangoo’nun biraz farklı ön ve arka tasarımla Mercedes Citan ya da Dacia Dokker haline de dönüşmesi gibi.
Biraz kafanız karıştı değil mi? Kimin motoru, kimin kaputunun altında, kullandığınız araçta hangi markanın temelleri yatıyor, ikiz modellerden hangisi alınmalı gibi bir dolu soru oluştu şimdi zihninizde. Aslına bakarsanız, bu ortaklı çalışmalarının birçoğu, sizin çıplak gözle göremeyeceğiniz şekillerde gerçekleşiyor. Görünen benzerliklere sahip olanlarda, yani ikiz ya da üçüz araçlardaysa, sizin hangi markaya bağımlı olduğunuz, donanım ve fiyat farkları gibi unsurlar devreye giriyor. Sonuçta farklı markanın tıpa tıp aynı otomobillerinden hangisi işinize geliyor, içinize siniyorsa onu satın alacaksınız demektir. Kafanızı karıştırmaya gerek yok yani...