Levent Köprülü

Levent Köprülü

-

Tüm Yazıları

Kimine göre eşsiz çizgilere sahip birer sanat şaheseri, kimilerine göreyse sıradan, eski ve sadece “gelin arabası”... Ya da fotoğraf karelerinden öteye gitmeyecek sıradan birer otomobil. Bana göreyse “klasik”ler bunlardan da öte...

Klasikler  sadece “gelin arabası” değil

Otoyola çıkalı çok uzun bir süre olmamıştı. Sıradan bir yolculuktu evden işyerine doğru yapılan... Hatta bıraksam, otomobil yolu kendisi bile bulabilir... Nasılsa yıllardır aynı güzergah, aynı virajlar, aynı tıkanıklık vs.
Aynadan yolun arkamda kalan kısmına göz atarken onu fark ettim birden. Tanıdık, hem de çok tanıdık bir yüzdü. Çocukluğumdan beri tanıdığım ama uzun süredir neredeyse varlığından bile haberdar olmadığım, yaşamından ümidimi kesmek üzere olduğum bir dost gibi... Bilerek ayağımı gazdan çektim ve en sağ şeride geçtim. Yanımdan süzülüp gitsin diye...

Anıların peşine düştüm
“Çivit mavisi” 1973 model bir Renault 12’ydi. Otoyolda uzunca bir süre arkasından gittim. Bir hayli orijinaldi. Stop lambaları ve farları değiştirilmemişti. Neredeyse kusursuz ve fabrikadan çıkalı fazla olmamış gibiydi... Sahibi, saatte 80-90 kilometrenin üzerine çıkmıyordu. Ama önemli değildi benim için. Ben geçmişin güzel anılarına dönmüştüm bile...
Küçüklüğümde Renault 12 ve Murat 124’ten pek haz aldığımı söyleyemeyeceğim. Çünkü bizim “Süt Oğlan” Anadol’dan başkasını görmüyordu gözüm. Hiçbir otomobilin kokusu onunkinin yerini tutmazdı. “Patlak gözleri” andıran farlarına bayılırdım.
Bağdat Caddesi’nde 1976 model Mercedes’i gördüğünde “Aaaaa, anne bak! Gelin arabasııııı!” diye bağıran ufaklık aklıma geldi. Sonra da “maviş” 12’ye baktım... Hayır, o sadece “gelin arabası” sınıfına girecek bir otomobil değildi. O geçmişin izlerini, görkemini, zenginliğini, değerlerini, standartlarını hâlâ üzerinde taşımayı başaran bir “değer”di. Çocukluğumun bir objesi, geçmişin güzel günlerini hatırlamamı sağlayan, o dönemlerden anıları yad eden bir dosttu benim için...
Aslında sadece Renault 12 ya da Murat 124’ler, Anadol’lar değil, 1980’lerin sonuna kadar üretilmiş neredeyse tüm araçlar için aynı şeyi söyleyebilirim. Benim dönemimde yollarda dolaşan tüm otomobiller... Klasik otomobillerden anlayan, onlardan bir ya da birkaçına sahip olanlar, kesinlikle bana karşı çıkacaktır. Ama ben bilgi vermek, klasiklerin özelliklerini belirtmek adına yazmıyorum bu satırları. Uzman da değilim.

Kimileri daha şanslı
Klasik otomobilleri sıradan nesneler, eski otomobiller olarak değerlendirmek yerine, birer sanat eseri olduklarını düşünüyorum. Tasarımları, üretildikleri dönemleri anlatan, hatta kimi zaman da biraz önüne geçen araçlar onlar. Eski otomobillerin tasarımlarındaki incelik ve estetiğin, son 20-30 yılda eksilmeye başladığını bizzat gören biri olarak...
Her birinin iç mekan detayındaki özen ve kimi zaman da “özensizlik”, farklı kokular, kullanılan malzemeler, bugün bile çoğu otomobilde rastlamayacağınız “kişilik” unsurları aslında. Evet motorları güçsüz, teknolojileri geri, yaşları hayli geçkin olabilir. Düşünsenize, 40, 50, hatta 60 yıl öncesinin toz zerreciklerini, anılarını, su damlalarını, kültürünü getiriyorlar bize. Filmlerde görüp de imrendiğimiz günleri anımsatıyorlar, anlatmaya çalışıyorlar...
Elbette insanlar ve hayvanlarda olduğu gibi “şanslı” ve “şanssız” kavramları onlar için de geçerli. Kimisi salt sahip olduğu değeri yüzünden büyük meblağlara el değiştirebiliyor ve ısıtmalı-soğutmalı garajlarda barınıyor. Kimisi ise tıpkı ülkemizde olduğu gibi ya gelin arabası oluyor ya yıllarca “dolmuş” olarak çalışıp “pelte” bir şekilde mezarlığı boyluyor. Bir sokağın köşesinde çürüyen, hatta şikayet üzerine bir hurdalığa götürülmeyi bekleyen de var.
Lütfen bir klasik ya da 30-40 yaşlarında ama düzgün yapılı bir otomobil gördüğünüzde, ona “muhabbetle” bakın. Bunlardan birine sahipseniz, değerini bilip korumaya
ya da koruyacak birine satmaya çalışın. Günümüz modelleriyle boy ölçüşmeye zorlamayın ve ona eziyet etmeyin. Zaten birçoğuna önden ya da arkadan baktığınızda, bir yüz ifadesi olduğunu keşfedeceksiniz. Ve bu, genelde “üzgün” ya da “yorgun” bir yüz olacak, şaşırmayın!

Haberin Devamı

HAFTANIN GÜZELİ

Haberin Devamı

Klasikler  sadece “gelin arabası” değil

Haberin Devamı

Arada 115 yaş fark var azizim!
Bu iki otomobilin ortak özelliği, tamamen elektrikli ve hız için yapılmış olmaları. Üstelik, az buz değil, tam “115 yaş” fark var aralarında. Soldaki, yani günümüzü temsil eden otomobil, elektrikli otomobillerin Formula1’i sayılan “Formula E” yarışları için üretilmiş. Diğeri ise 1899’da 105 km/s ile hız rekoru kırmış. Tamamen akülerle çalışan bir elektrikli motorla üstelik. Tabii biraz “at arabası” üzerine
odun sobası monte edilmiş gibi
dursa da 1899 diyorum, başka da
bir şey demem yani!