Hasan Mert Kaya

Hasan Mert Kaya

Tüm Yazıları

Osmanlı’da her doğan çocuk, yalnızca ailenin değil, topyekûn cemiyetin mutluluğu olarak kabul edilirdi. Mahallenin, şehrin ve hatta devletin omuzladığı bir ‘emanet’ sayılırdı.

Bir medeniyetin sessiz kahramanları: Osmanlı’da çocuk olmak

Çocuk, masum bir yüz, gelecek umudu, sevinç ve belki de masal dolu bir hayal dünyası… Doğru yetiştirildiğinde gönül ferahlığı, ihmal edildiğinde ise büyük dertlerin kaynağı olan bir sorumluluk. Günümüzün sonu gelmeyen telaşlarında, çoğu zaman gözden kaçırdığımız bu kıymetli hazinenin Osmanlı’da nasıl korunup büyütüldüğünü düşündünüz mü? Osmanlı’da çocuk, yalnızca anne-babasının değil, mahallenin, şehrin ve hatta devletin omuzladığı bir “emanet” sayılırdı. Herkes el birliğiyle o küçücük varlığın yetişmesi için seferber olur, yokluk ya da kimsesizlik hiçbir yavrunun kaderi olmazdı. Belki bugün kulağa masal gibi geliyor ama tarihin ışığında baktığımızda, tam da bu güçlü şefkat ve dayanışma tablosuyla karşılaşıyoruz. 

Haberin Devamı

Bir medeniyetin sessiz kahramanları: Osmanlı’da çocuk olmak

Küçücük Bir Hayata Kocaman Bir Şefkat 

Doğum haberi, Osmanlı toplumunda yalnızca ailenin değil, mahallenin hatta topyekûn cemiyetin de mutluluğu olarak kabul edilirdi. Özellikle beklenmedik şekilde ikiz ya da üçüz bebeğe kavuşan anne-babalar geçim kaygısı çekmesin diye devlet yardımlar yapar, onların sırtındaki yükü hafifletirdi. Bu anlayış, din veya ırk ayrımı gözetmeksizin herkes için geçerliydi. Merhametin “kurumsallaşmış” hali diyebileceğimiz böylesi uygulamalar, bugünün dünya-sında bile hayranlık uyandıracak cinsten. 

Bir medeniyetin sessiz kahramanları: Osmanlı’da çocuk olmak

Kimsesiz Bebeğin Ana Kucağı: Irzahane 

Çocukların gözetildiği bu gelenek, sokaklara ya da mezarlık kenarlarına terk edilen yavruları da unutmuyordu. “Irzahane” denilen süt emzirme evleri, kimsesiz bebeklere bir aile sıcaklığı sağlamak için kurulur, doktor kontrolleri, özel beslenme imkânları ve sütannelerle donatılırdı. Dar imkânlara rağmen, çaresizlik içindeki bir bebeğin hayata tutunması için en titiz koşullar hazırlanırdı. 

Ninniler, Masallar ve Bir Kültür Hazinesi 

Osmanlı’da çocuğun dünyası, doğumuyla birlikte zengin bir sözlü edebiyat atmosferinde şekillenir, ninnilerle büyütülür, masallarla beslenirdi. Annenin dilinden dökülen her mısra birer dua, birer sevgi ifadesiydi. Bilmeceler, tekerlemeler ve Karagöz-Hacivat gibi geleneksel oyunlar, çocukların hayal gücünü genişletirken aynı zamanda değer aktarımını da gerçekleştirmiş olurdu. Bu sözlü kültür, bir anlamda çocuğun karakterinin ilk tohumlarını atar, millî ve manevi bir muhit oluşturmaya hizmet ederdi. 

Haberin Devamı

Mahalle Mektepleri 

Sıbyan mektepleri, her şeyden önce temel dinî bilgileri kazandıran, Kur’an ve ilmihal öğreten kurumlar olarak bilinse de bununla sınırlı kalmazdı. Güzel yazı (hüsn-i hat), toplama-çıkarma gibi basit hesap becerileri, hatta coğrafya ve tarih gibi derslere de yer verilirdi. Vakıf mektepleri, çocukların aç kalmaması, kıyafetlerinin eksik olmaması için düzenli yardımlar sağlar, yoksul-zengin ayrımı olmaksızın herkesin aynı sıralarda eğitim almasına imkân tanırdı. 

Bir medeniyetin sessiz kahramanları: Osmanlı’da çocuk olmak

Okula Başlarken: ‘Amin Alayı’nın Coşkusu

Günümüzde ilkokula kayıt yaptırmak prosedürden ibaret olabilir; oysa Osmanlı’da bir çocuğun sıbyan mektebine başlaması bayrama benzer bir şenlikle kutlanırdı. Öyle ki “Amin Alayı” denilen merasimde hoca, mahalle halkı ve çocuklar ilahiler söyleye söyleye, renkli giysiler içindeki minik öğrenciyi evinden alır, mektebe götürürdü. Bu törensel yürüyüş, mahallenin de çocuğa sahip çıkmasını sağlar, ona “Okumanın önemini hatırlatmak” gibi üst bir anlam yüklerdi.

Haberin Devamı

Eğitimin Tatlı Sert Yanı

Elbette zaman zaman falaka gibi sert ceza yöntemlerinden söz edilir. Dönemin koşulları içinde düşünüldüğünde bu, eksik veya yanlış bir uygulamanın nişanesi olarak eleştirilebilir. Ancak yine de çocukların dünyasında bu “caydırıcı disiplin” yöntemi kadar ninniler, ilahiler ve saf öğrenme coşkusu ön plandaydı. Pek çok hatıratta çocukların, mektep yıllarından geriye “korku” yerine samimi bir muhabbet duygusu taşıdıkları ifade edilir.
Osmanlı’da çocuk olmak, yoksulluk ya da savaştan ibaret bir manzara sunmuyordu. Tersine, merhametin, yardımlaşmanın, birlikte sevinmenin mümkün olduğu zengin bir atmosferdi. Kıt imkânlara rağmen çocukların sevinçle dolduğu, devletin dahi onları önemseyerek desteklediği bu tablo, şimdinin koşuşturmacası içinde sıcak bir hatıra gibi parlıyor. Arada bir, Osmanlı sokağında yankılanan o “amin” seslerini düşündükçe, geçmişin ne büyük bir hazine olduğunu daha iyi anlıyor ve bu hatıraya içten içe özlem duyuyor insan.