HAKSIZLIĞA hiç tahammülü yoktu.
Hele tepesi bir atmaya görsün...
Vali, belediye başkanı, bakan, sanatçı, o, bu dinlemez; Allah ne verdiyse söyler geçerdi.
Dilini tutamadığı için başına gelmedik kalmadı.
En zirveyi de gördü, en dibi de yaşadı.
O kadar hırslı, o kadar inançlı, o kadar çalışkandı ki, yılmadı, “küllerinden yine doğdu” ve Akasyalar, Maksim Gazinosu’ndan sonra İzmir’de bir “Turkuaz”ı yarattı.
Fakir dostuydu.
Bu nedenle dar gelirli insanların çoluk-çocuk eğlenmelerine yönelik mekanlar ve konseptler yarattı.
O da bilirdi, bir şişe viski açıldığında binlerce liralık adisyon yazıp göndermeyi ve kısa yoldan zengin olmayı.
Gazinoculuğun keyfini çıkarmayı.
Oysa zor olanı seçti.
Herkesin bütçesine göre organizasyonlar yaptı.
Okul çaylarına ve aile birliklerine mekanlarını ücretsiz açtı.
Bir hamburger bir kolayla, binlerce, onbinlerce aileye canlı müzik keyfi yaşattı.
O bir fenomen, o bir Atalay Noyaner’di...
* * *
Noyaner’e niçin “kral” dendiğini hiç düşündünüz mü?
Ben, sevdiği bu sözcüğü o yaşarken yüzüne karşı hiç kullanmadım.
Benim ona yakıştırdığım lâkap, “Eğlence Dünyası’nın Robin Hood”u idi.
Gerçekten öyleydi.
Zenginden kazanıp, dar gelirlilerin eğlenmesine harcar, zararına programlar yapardı.
Onun için de, Allah’a şükür bir eksiği yoktu ama, iki yakası hiç bir araya gelmedi.
Belki trilyonları yoktu. Ama, milyonlarca seveni, hayranı, mekanlarını beş kuruşsuz açtığı, hayır duasını aldığı binlerce ailesi vardı.
O nedenle kendisine “Gazinocular Kralı” deniyordu.
Hata etmişim.
Keşke son konuşmamızda, hiç olmazsa telefonda, “Kral” diye hitap etseydim Robin Hood’uma.
Kısmet değilmiş.
Ama camiden son yolculuğuna uğurlanırken, “Kral” diye fısıldadım tabutuna.
Eminim duymuştur ve gülümsemiştir(!)
* * *
Bakın efendiler; İzmir çok büyük bir değerini, insanını, hayırseverini kaybetti.
Yeri asla doldurulamayacak.
Çünkü bu kente bir daha ikinci bir Atalay Noyaner gelmeyecek.
Belki yine Atalay Noyaner’ler olacak, ama O’nun gibisini asla göremeyeceğiz.
Ben kendisini yakından tanıyan herkes gibi şanslı insanlardan biriyim.
Fuar Akasyalar’da, İbrahim Tatlıses’i tıfıl bir güneydoğlu genç iken “Ayağında Kundura” türküsüyle sahneye çıkarışını birlikte yaşadım.
Konak Maksim’de Seda Sayan’a sahne vererek, uvertürlükten yıldızlığa terfi ettirirken de yanındaydım.
Muazzez Ersoy’a, “Bundan bir şey olmaz” diyenlere inat “assolist” olarak iş verirken de öyle.
Yanlış anlaşılmasın, gazinoculuk falan yapmadım.
Sanat dünyasıyla da yakından uzaktan hiç ilgim, alâkam olmadı.
Birlikte ve yanındaydım derken, o gazino patronu ben de gazeteci ve genç bir muhabirdim.
İyi bir dost ve arkadaştık.
Bülent Ersoy, Muazzez Abacı, Emel Sayın, daha saymakla bitmeyecek kadar sanatçıyı İzmir’e o getirdi, İzmirlilere o dinlettirdi.
Dolu dolu yaşadı.
Nur içinde yat Atalay kardeş...
Eminim ki, senin bıraktığın bu çok değerli “miras”ı, bir erkekten daha erkek olan ve sana çok benzeyen, senin de yaşarken çok sevdiğin kızın Berna Noyaner, teslim aldığı yerden, istediğin, arzu ettiğin yerlere taşıyacaktır.
Mekanın Cennet olsun...