NE yaptın be Fevzi Kardeş?...
Daha çok işimiz vardı seninle bu dünyada...
Var mıydı böyle bir “ses teli polipi”ne yenik düşmek? Bizi bu fani dünyada sensiz bırakıp gitmek...
İki ay önce, sahibi olduğun Yakınplan Gazetesi’ndeki köşende, “Beni tıp tepti” diye yazmıştın.
Ama bize, “Beni tıp öldürecek” dememiştin ki?
Senin gibi yiğit, ahlaklı, kazandığını işçisiyle paylaşan, cebindeki son kuruşunu dahi çalışanına ödemekten çekinmeyip, beş kuruşsuz eve gidip, kuru ekmek-soğan yemekten onur duyan sen, bu kadar çabuk mu vedalaşacaktın bizlerle?
Olmadı!... Ne yapacağız şimdi biz Fevzi Kardeş?
Sensizliği nasıl kabulleneceğiz?
Fevzi Yılmaz, bu ülkede, hem basın emekçisi hem de patronluğu birarada yürüten ender gazetecilerden biriydi.
53 yıl, şerefiyle, kimseye boyun eğmeden, namusuyla gazeteci gibi gazetecilik yaparak, satmadan ve satılmadan, akçeli işlere hiç bulaşmadan, ekmek parasını şantaj ve yazmadığı haberlerle değil, delikanlı gibi yazdıklarıyla kazanan bir gazeteciydi.
Nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun...
* * *
“Beni tıp tepti...” sondan bir önceki yazısıydı.
Kısa özetini, anısı için okumanızı rica adiyorum:
“Küçücük bir ses teli polipi, minnacık; toplu iğne başı kadar. Gittik Alsancak Devlet Hastanesi’ne. Dr. İlter Denizoğlu tertemiz yaptı. Harika bir cerrah.
Bir ay geçti, ses düzeldi. Göreve devam derken zır telefon “Aman gelin bunun huyu iyi değil!”
Neyse, gittik. Derken kendimizi bulduk Ege Üniversitesi ameliyathanesinde.
Baktılar; “O kadar da kötü değilmiş” dediler.
Ancak sevincimiz uzun sürmedi. “Ne yapacağız?” diye sorduk. “Çok kötü değil ama ilerde başımıza iş açmasın diye önlem alalım...”
“Peki alalım” dedik; kendimizi Kanser Araştırma Tedavi Merkezi’nde bulduk.
40 gün önlem tedavisine devam ettik.
Derken bir gece vakti nefes yok, gittik ağabey!
Hayata bay bay der gibi...
Yani, yarı öldük. Hafıza yok. Nekrozlar varmış; ne bilirim nekrozu?
Bir gözümü açtım 9 Eylül Üniversitesi yoğun bakımda, karşımda Narlıdere Belediye Başkanı Abdül Batur bana, “Hoş geldin” dedi.
Bizi hayata döndüren Dr. Mustafa Aslıer başarıyla boğazımıza kanül takmış. Dr. Mustafa Aslıer’e Allah razı olsun dedik.
Boğazımızda kanülle kısa bir süre yaşamayı da kabullendik. Kanülle yaşama devam ederken, bir gün baktım yemede zorlanıyorum. Dert etmedim.
Biz yiyormuşuz ama yarısı mideye, yarısı akciğerlere gidiyormuş.
* * *
Durun daha bitmedi. 15 gün ne su, ne de yemek yiyememişiz. Ne yapacağız? “Mama!...”
“Nasıl yani?” “Siz prematüre hastasınız” yani erken doğan hasta durumundayız. “Bu da güzel!...”
Damardan mama alacakmışız meğerse.
* * *
Beklediğim haber geliyor. Pazar günü hazır olun. Yani, mideme delik açılacak ve ben oradan besleneceğim, harika bir haber, mideme su girecek!
Ama sıkıntı bitmedi. “Neden?” Önce kan bankasına iki kan bağışı yapacak sağlıklı iki adam lazım.
Hafta sonu olmuş, saat neredeyse akşamın beşi.
Ne yapacağız? “Yandık!...”
Kız kardeşim Feray Hazman gibi herkesin kardeşinin böyle olması gerektiğini düşünüyorum, Harika kardeş, başarılı Feraycığım (kızacak:) elinde telefon, Balçova Belediyesi Danışmanı Ömer ile konuşuyor; Ömer’in sözlerini duydum, gözlerim yaşardı.
Ne dedi biliyor musunuz? “Ben abim için değil kanımı, canımı veririm!”
Ömer, tek kelimem sana; seni seviyorum. O kadar mutluyum ki. Pazar iş bitti. Ameliyata hazırız.
* * *
Cumartesi saat 16.30, yandım!
Bir kan boşaldı boğazımdan aman yarabbi neredeyse İzmir’in içme suyunu karşılayacak.
Kan durmuyor. Dur, durmaz...
Çare yok acil ameliyata gittik.
Asıl ameliyat ertelendi bekliyoruz hâlâ.
Bir gece telefonla uyandık; Emekli Tabip Albay Mehmet Sezgin; gülen tatlı bir sesle; Fevzi ağabey, bunca yıldır doktorum, resmen seni tıp tepmiş” demez mi?
Düşündüm, gerçekten beni tıp tepmiş olabilir.
Sağlıkla kalın, bol nefes alın!...”
Sen de huzur içinde yat canım arkadaşım Fevzi...
Hakkını helâl et, mekânın cennet olur inşallah...