Bu kadar rastlantı olur...
Aziz Bey’den İnciraltı-Sasalı arasındaki kıyı şeridinin yeniden planlayan projeyi dinledikten bir gün sonra, İzmir Sanayici ve İşadamları ile birlikte Barselona’ya uçtuk.
Barselona’ya bu benim üçüncü gidişim.
Ancak bu kez, fiziki yapısı ve özellikleriyle İzmir’e çok benzetilen dünya turizminde bir “marka” olan kenti, farklı bir gözle, Prof. Dr. İlhan Tekeli hocamızın başkanlığında, Türk mimar-mühendis, tasarımcı, sanat ve kültür adamlarından oluşan 100 kişilik teknik ekibin üç yılda hazırlayıp ortaya çıkardığı kıyı tasarım projesiyle mukayese ederek gezdim, dolaştım ve böyle bir açıdan görmeye çalıştım.
* * *
İzmir’i kurtarmak, geliştirmek, Akdeniz çukurundaki sayılı turistik kentlerinden biri yapmak, pastadan daha fazla pay almak istiyorsak, hemen kolları sıvamalıyız.
Ben Aziz Başkan’ın yerinde olsam, bir dakika durmam.
İzmir’in gündemini değiştirir, geyik muhabbetinden farksız kısır siyasi çekişme ve söylemleri elimin tersiyle iter, bu projeyi kendime “iş” edinirim.
Ne yapar-eder, üç-beş yıl içinde, bölüm bölüm tamamlar hizmete açarım.
* * *
Yılda 20 milyon turistin doğrudan hava-kara ve denizden giriş yaparak gezdiği Barselona’yı kime sorarsanız sorun, alacağınız cevap şudur:
“Çok güzel bir şehir. İyi ki gitmişim...”
Peki ne yaptın?
Gezdim, yedim-içtim-eğlendim, alışveriş yaptım; döndüm...
Nasıl buldun? Biraz, hatta biraz değil oldukça pahalı ama değdi...
* * *
Bana da sorsanız; üç aşağı-beş yukarı aynı şeyleri söylerdim.
Barselona’yı, Barselona yapan “sır” şu:
Kent, insana gören önce yaşamsal, ardından kültür ve sanat, eğlence-dinlence, spor-gezi ve alışveriş; kısacası mutluluğu için planlanmış.
Dolaşmak mı istiyor?
Geniş bulvarlar, kaldırımlar ve gezinti alanları emirlerinde.
Sokakta yaşamak, yiyip-içmek mi istiyor?
Tüm cadde ve meydanlar, kafe-restoran dolu.
Deniz mi istiyor?
Doğalından hiç farkı olmayan 30 kilometrelik sahil bandı, taşıma kumla upuzun bir plaj.
Kıyı şeridi boydan boya plaja sıfır kafe-restoran... Tıklım-tıklım...
Gezmek mi istiyor?
Kentin içi, vızır vızır, üzeri açık özel firmalarca çalıştırılan pırıl-pırıl tertemiz gezi otobüsleriyle kaynıyor.
Ama bir disiplin içinde. Kim nerede duracağını, kim nereye park edeceğini, ne kadar süreyle orada vakit geçirebileceğini biliyor. Kültür-Sanat mı istiyor?
Opera-bale-flamenko-gitar dinletileri-sergiler; seç seçebildiğin kadar...
Neredeyse her kilisede gece gündüz, ayin saatleri dışında mutlaka bir etkinlik var. Herkese açık. Kimse kimseye; “hop hemşehrim, nereye” diye sormuyor. Adeta bir kültür sanat merkezi görevi yapıyor.
En küçük bir mekan bile pazarlanıyor.
Bitmeyen ünlü mimar Gaudi’nin kilisesi, mimarisini yaptığı apartmanlar, Salvador Dali’nin müze haline getirilen evi, yaşadığı mekanlar, kullandığı eşyalar, nuh nebiden kalmış, ahı gitmiş vahı kalmış Olimpiyat Stadı ile Kadifekale gibi tepedeki bir park bile “genel görüntü” adı altında parayla gezdiriliyor.
İnanmayacaksınız, Rambla’da, meyva-sebze-deniz ürünlerinin satıldığı balıkçılar-kasaplar bile kentin gezilecek noktası haline getirilmiş. Büyükçe bir hal binası, içi insan kaynıyor...
Bir de asla ve asla kimsenin çiğneyemediği kurallar ve yasaklar. Anayasa gibi...
Üç-beş satırla Barselona bana göre bu...
* * *
Düşünüyorum da; İzmir olarak neyimiz eksik?
Tek dezavantajımız insana kıymet vermeyi beceremiyor, çarpık-çurpuk kıyı şeridimizi kullanamıyor, Agora-Kemeraltı gibi “altın” değerindeki yerlerimizi pazarlayamıyoruz.
Kısacası vizyonumuz eksik, vizyonumuz!
O da bakkalda “kilo” ile satılmıyor! Düşünmek, üretmek, planlamak, hayata geçirmek, pazarlamak, tanıtmak lazım...
Onun için de Aziz Bey’in son projesini İzmir için bir “dönüm noktası” olarak görüyor ve önemsiyorum.