İtalya başta olmak üzere, dünyanın pek çok ülkesinde onlarca İtalyan Restoranı’nda öğle ve akşam yemeği yedim...
Ama hiç biri bu kadar lezzetli bu kadar özenle hazırlanmamıştı.
Sevgili eşim Meltem Hanım ile İzmir Ekonomi Üniversitesi Yönetim Bilimleri Yüksekokulu Mutfak Sanatları ve Yönetimi Bölümü ile Yabancı Diller Yüksekokulu’nun, “4 Dil, 4 Mutfak; 4 Kültür” etkinliğine davetliydik.
İlki, “İtalyan Mutfağı”ydı.
Ne yalan söyleyeyim; “Öğrenciler, mutfakta öğrendikleri İtalyan yemeklerini hazırlayacaklar, önümüze getirecekler, biz de yiyeceğiz” diye düşünmüştüm.
Tabi sonra da, “nasıl buldunuz?” diye soracaklar, biz de el mahkum, üzülmesinler diye “elinize sağlık” diyecektik.
Bu arada sevgili eşim Meltem Hanım’a çaktırmadan; “ne olur-ne olmaz” diye evden çıkmadan mide ilacım “Lansor”dan bir tane içmeyi de ihmal etmedim.
Bizleri üniversitede, Mütevelli Heyeti Başkanı Ekrem Demirtaş, her zamanki güleryüzü ile karşıladı. İçeri buyur etti.
Etkinlik, Uygulamalı Yönetim Bilimleri Yüksekokulu Müdürü Yrd. Doç. Dr. Nilgün Gürkaynak ve Yabancı Diller Yüksekokulu Müdürü Yrd. Doç. Dr. Evrim Üstünlüoğlu’nun eseriydi.
Davet, İzmir İtalyan Konsolosu İgor di Bernardini şerefine düzenlenmişti.
“İtalyan Kültürü ” temalı yemek de; menu belirlemeden sunumuna kadar Mutfak Sanatları Yönetimi Bölümü eğitmen şeflerinden Osman Sezener yönetiminde, öğrenciler tarafından hazırlanmıştı.
İtalyan Kültürü ile ilgili sunumu da, Yabancı Diller Yüksekokulu İtalyan Bölümü okutmanlarından Francesca Balzi yaptı.
* * *
Muhteşemdi...
Önce istakoz çarbası geldi.
Ardından, Roma usulu Enginar.
Enginar’ı çok severim.
Hem zeytinyağlısını, hem de dolmasını.
Nasıl pişirmişler, nasıl hazırlamışlar aklım almadı. Ömrümde bu kadar lezzetli enginar yediğimi anımsamıyorum.
Bu tat oamağımızdan arınmadan, ahtapot carpaccıo’yu; mürekkep balıklı ravıolı somon ve kuşkunmaz dolgulu yeşil limon kremalı sos ile önümüze koydular.
Ben böyle alengirli yiyecekleri pek sevmem.
Sade yerim, sostu, mostu, kremaydı elimi sürmem. Uzak dururum...
Aynı masayı paylaştığımız davet sahibi Ekrem Bey’i, hem de öğrencileri kırmamak için, biraz tadayım dedim; bir porsiyon anında bitti, ikincisini istedim, o da bitti, üçüncüsü için doğrusu utandım...
Biraz soluklandıktan sonra, fesleğen ve limonlu sorbe getirildi. Ben almadım. Porcini, mantar ve kestane çorbasını bekledim.
O bitti, beş dakika boş kalmadan; dört değişik peynir ve ceviz dolgulu tortellone, onun ardından da Trüf mantar soslu el açması tagliatelle ve son finalde, şampanya ve parmesan peynirli risotto yatağında kuzu incik ikram ettiler.
Bu arada, sorbe öncesi ilk bölümde Selection-Narince, Kavaklıdere içmiştik.
Sorbe’den sonraki ikinci bölümde; Egeo Cabernet-Sauvignon-Merlot, Kavaklıdere ile yemek keyfimizi pekiştirdik.
Ya sonra?
Kapanışı, hem çok lezzetli hem de bayıltmayan tadıyla lavanta ve yeşil limonlu panna cotta ile yaptık.
* * *
Yuh!...
Hepsini yedin mi diyeceksiniz?
Yedim be birader. Boşan da semerini ye deseniz de, yedim işte...
Keşke nasip olsa da, bugün 150 öğrencisiyle Türkiye’nin en gözde bölümleri arasında yer alan İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin bu; Uygulamalı Yönetim Bilimleri Yüksekokulu Mutfak Sanatları ve Yönetimi Bölümü’nde eğitim gören gençlerimizin mutfakta hazırladıkları nefis yemeklerden sizler de tadabilseniz...
* * *
Yrd. Doç. Dr. Nilgün Gürkaynak’tan aldığım bilgilere göre, Mutfak Sanatları ve Yönetimi Bölümü ’nde 5 eğitmen şef; Gabriele Sponza, M.Osman Sezener, Alexia D.Yenel, Berrin Korkmaz ve Merve Burcu Akbulut, dünya mutfaklarından, geleneksel lezzetlere kadar herşeyi, öğrencilere mutfakta öğretiyor.
Ayrıca gastronomi ve mutfak yönetimi alanında diğer uzmanlık derslerini, gıda mühendisleri, turizm uzmanları, önolog (şarap uzmanı) ve zeytinyağı uzmanları veriyor.
Mutfak Sanatları ve Yönetimi programının eğitim dili İngilizce.
Bunun yanı sıra öğrenciler, eğitime devam ettikleri süre boyunca ikinci bir yabancı dili öğreniyorlar.
Amaç; iki yabancı dile hakim bir şekilde mezun olacak bu öğrencilerin, sektörde teorik ve pratik bilgilerle donanmış, vizyon sahibi şeflere yönelik ihtiyacı büyük ölçüde giderecek olmaları. Yani hepsinin yüksek maaşla işleri hazır.
İzmir Ekonomi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Ekrem Demirtaş başta olmak üzere, Nilgün Gürkaynak hanımefendiye ve eğitmen şef Osman Sezener ile, mutfakta yemekleri hazırlayan, mükemmel servis hizmeti yapan tüm öğrencilere, biz Türkmen Ailesi ve aynı geceye davetli olan İzmir’in seçkin simalarına böyle keyifli, lezzetli bir akşam yemeği yaşattıkları için teşekkür ediyoruz.
Ellerinize, yüreklerinize sağlık...
Barış tamam... Ya sonrası?
Bir siyasinin, milletvekili seçildiğine sevinemediğini gördünüz mü?
Ya da yaşadınız mı?
Ben hem gördüm, hem de yaşadım...
Mehmet Ali Susam, 12 Haziran 2011’de, CHP’den ikinci kez milletvekili seçildiğinde, bu keyfi yaşayamayan, belki de Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altındaki ilk ve tek vekildi.
Yaralıydı...
Kırgın ve kızgındı...
Hani bazen, “Keşke o anı yaşayacağıma ölseydim daha iyiyidi” denilen zaman vardır ya, Mehmet Ali Susam’da, “Keşke Millevekili seçilmeseydim de, Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ile Havagazı Fabrikası’ndaki toplantıda o anı yaşamasaydım” diyen kişiydi.
Gazetecilerin, partililerin, milletvekili arkadaşlarının, kameraların; kısacası dünyanın gözü önünde maruz kaldığı “haksız” ve deyim yerindeyse “çirkin” sözlü saldırı, Susam’ı çok ama çok üzdü.
Yaz boyunca ve sonrasında, neşesiz, keyifsiz, isteksiz bir süreç içinde kıvrandı durdu.
Önce, “Aziz Bey kamuoyunun önünde benden özür dilemeli” dedi.
Kocaoğlu; Susam’dan değil, İzmirliler’den özür diliyorum, deyince, “yarasına tuz basılmış” gibi hissetti.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tek umuduydu.
O da her seferinde, “Biraz sabret Mehmet Ali, biraz sabret” dedikçe daha çok içine kapandı.
CHP’den istifa edecekti...
Karar verdi.
Ama, bunu da siyaset etiğine yakışmayacağı için yapamadı.
Ya da bu yolu; “son çare” çare diye düşündü.
Sonunda Aziz Kocaoğlu hakkında 20 bin liralık manevi tazminat davası açtı.
Peki, bu dava, yüreğindeki, ve ailesinin çektiği acıyı dindirmeye yetti mi?
Hayır!...
Kısacası ne yapacağını bilemedi.
CHP’nin İzmir’deki en büyük silahı ve arkasında esnaf gibi çok büyük bir örgütün desteği bulunan Mehmet Ali Susam, kabuğuna çekildi. Bakamatik Milletvekili olup-çıktı.
Bu Mehmet Ali Susam’ı daha da rahatsız etti.
İzmir’de partisi kan kaybediyor, üstüste operasyonlar yapılıyor, tutuklamalar oluyor ve Susam haklı olarak, “topa giremiyordu.”
Bu hem Kocaoğlu hem de CHP için büyük kayıp ve dezavantajdı.
Teklif Aziz Kocaoğlu’ndan geldi.
Girilen ilk duruşmada Aziz Kocaoğlu’nun avukatları, “barış” mesajını ilettiler.
Sonrası çok hızlı gelişti...
Bir yemek yenecek, bazı gazeteciler de davet edilecek ve Kocaoğlu, herkesin önünde “affedilmesini” isteyecek, özür dileyecekti.
O “Barış Yemeği”, cuma akşamı yendi.
Ve barıştılar...
Ama bence bundan sonrası daha da önemli...
Gerçekten bu “barış” samimiyse, gerçekten geçmişte yaşananlar unutulacaksa, iki tarafın da bundan böyle birbirine daha çok güvenerek, yakınlaşarak, “beraberce” yürümeleri gerekiyor.