12 EYLÜL’e 24 saat kala konuştuğum her on kişiden altısının görüşü şu:
“İki-üç puan farkla Evet çıkacak!...”
İnanarak yapılmış bir değerlendirme değil bu... Sadece ve sadece iletişimin manevi bir zaferi, o kadar...
Bu ülkede Başbakan’ın mitinglerini aynı anda 5-6 televizyon canlı olarak verirse...
Neredeyse tüm kanallarda sabahtan akşama TRT başta olmak üzere ağırlıklı tek taraflı yayın yapılırsa, her gün “Evet”i yüzde 50’lerin üzerinde gösteren anketler pırasa kağıdı gibi uçuşursa, kişilerin etkilenmemesi mümkün mü?
Ama, insan niçin insandır?
Düşünebilme ve değerlendirme yapabildiği için değil mi?
Koyundan farkımız bu değil mi?
O zaman, yazılı ve görsel baskıya boyun eğmeden, etkilenmeden, neyin doğru olduğuna inanıyorsak, korkmadan, sinmeden, küçük hesaplar yapmadan, “namusumuz” kadar değerli oyumuzu, o yönde hür irademizle kullanmalıyız.
Çünkü:
Önümde hem 2007 genel, hem de 2009 yerel seçimlerinin, il geneli bazında sonuçları duruyor.
Bugün gelinen noktada, hangi siyasi görüşün “Evet”, hangisinin “Hayır” diyeceği belli.
Topluyorum, çıkartıyorum, Kürt oylarının tamamını “Evet” hanesine yazıyorum, yine de yüzde 50’yi bulmuyor.
2007 genel seçimlerinden gidilirse, “Evet”ler yüzde 49.8’de kalıyor.
“Hayır”lar yüzde 50.2 oluyor.
2009 seçimlerinin sonuçları baz alındığında, “Evet”ler yüzde 44.46’da kalıyor, “Hayır”lar yüzde 55.54’ü buluyor.
Peki, nasıl oluyor da “Evet”ler için yüzde 55-60 oranı verilebiliyor?
Sayısal olarak mümkün değil ki?
Ha bilmediğimiz başka şeyler(!) varsa o zaman başka...
* * *
Efendim, CHP, MHP ve DP içinde referandumda “Evet” diyecekler varmış.
Doğru...
Ama AK Parti, Büyük Birlik Partisi, Saadet Partisi, Kürtler arasında da “Hayır” diyecekler yok mu?
Kürtler’in bir bölümünün PKK’nin baskı ve korkusuyla “boykot”a boyun eğecekleri de unutulmamalı. Yani, her iki cephede de “Brütüsler”in sayısı, referandum sonuçlarını değiştirecek güce sahip değil.
* * *
Bir Afrika atasözü ile başlayıp, 12 Eylül Referandumu’nda esas üzerinde durulması gereken iki konuyu paylaşmak istiyorum:
Önce atasözü: Sular yükseldikçe, balıklar karıncaları yer... Sular çekilince de karıncalar balıkları yer...
Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir.
Çünkü kimin kimi yiyeceğine suyun akışı karar verir...
Bir ülkede demokrasinin temel taşı ise yargı bağımsızlığıdır.
Olmazsa olmazıdır...
Yargı bağımsızlığı olmazsa, o ülkede sadece “korku imparatorluğu” oluşur.
Yarın bu ülkede 150 bin sandıkta “Evet-Hayır” oyu kullanılacak.
Siyasi partilerin bu sandıklara sahip çıkabilmeleri için her birinin 300 bin görevli müşahide ihtiyacı var.
“Sandık güvenliği” için bu şart.
Ve kim sağlayabilirse, ne yazık ki yarışa bir sıfır önde başlamış olacak.
* * *
Ve gelelim esas önemli konuya:
2007 genel seçimlerinde 70 milyonun üzerinde insanın yaşadığı ülkemizde 43 milyon seçmen oy kullandı.
Tam 40 bin köy, 80 bin mezra ve 15 milyon seçmenin yaşadığı metropollerden gelen sonuçlar, nasıl olduysa iki saatte tasnif edilip, saat 21.00 olmadan AK Parti’nin yüzde 47 oy aldığı ilan edildi ve o sonuç sonrasında hiç değişmedi.
Aynı yıl 30 gün sonra 11 milyon nüfuslu komşumuz Yunanistan’da seçimlere gidildi.
Onlarda da bilgisayarla seçim sonucu alındı. Ama ne zaman biliyor musunuz; ertesi sabah saat 08.30’da. İnsan, ister istemez düşünmeden edemiyor:
43 milyon seçmenin oy kullandığı bir seçim sonucu dört saatte kesinleşirken...
11 milyon nüfuslu aynı sistemi kullanan komşu bir ülkede seçim sonucu nasıl oluyor da ancak 15 saat sonra belli olabiliyor?
Sadece referandumda değil, önümüzdeki seçimler için de bu konuyu “aydınlatmak” zorundayız.
Büyük bir kesimin “vicdanı” bu konuda rahat değil. Güvenmiyor, inanmıyor ve bir “kaşkariko” döndüğünü düşünüyor.
Muhalefetin 20 gün önce istediği “Her sayfanın bilgisayar çıktısı bize de verilsin” teklifine Yüksek Seçim Kurulu’nun hâlâ yanıt vermemesi çok daha düşündürücü.
Bu saatten sonra söylenecek tek söz var.
“Hayır”lısı olsun...