Yanlış anlamayın, ben öyle alışveriş yapmayı seven bir tip değilimdir.
Hatta öyle ki, eve bir toplu iğne bile almam.
Banka kartlarım, sevgili eşim Meltem Hanım’ın çantasında her daim hazırdır.
Bakkalı, çakkalı, manavı, marketleri, AVM’leri, çarşı-pazarı; kartlarım hep onunla dolaşır.
Benim görevim, boşalan bankamatikleri doldurmak, alışverişe hazır hale getirmektir.
Şeytan dürtmüş olmalı ki, geçen gün gazeteden erken çıkınca, yıllardır ilk kez söyle bir çarşı-pazarı dolaşayım dedim.
Özlemişim.
Belli ki yazılarımın takipçisi hayranlarım da beni çok özlemişler...
Bir iltifat, bir iltifat, sormayın gitsin...
Oraya uğra, buraya davet, otur bir çay iç, “şunu ne güzel yazmışsın”, “helal olsun abi, kodunmu oturtuyorsun vallahi” derken, iki saat sonra eve gidecem ama ne mümkün.
Ellerim, kucaklarım paketlerle dolmuş.
İki arkamda, bir önümde ve birer de yanımda gencecik delikanlılarla torbaları-paketleri, gölgede 45 derecede sırılsıklam ter içinde zor taşıyoruz.
Sanki hepimiz birer “yük katırı” gibiyiz..
* * *
Kendimi bir taksiye zor attım.
Bagaj doldu, arka koltuk lebalep, önde, şoförle aramızda bir koli, ben kapıya sıkışıp kalmışım, yola çıktık.
Kendime gelip şöyle bir arkaya döndüğümda; “Ne yaptın be Hamdi?” dedim.
“Aman be? Ne var bunda. Adamlar o kadar ilgi gösterdi, o kadar pohpohladılar ki, şimdi dükkandan bir şey almadan çıkmak olur mu?”
Sar onu birader, şunu da koyuver yanına...
Alışverişte gaza gelmek bu olsa gerek.
Neyse biraz kendime gelmiş oldum hiç olmazsa.
“Çok yakışıklısın be abi...
Maaşallah hiç bozulmamışsın...
Yıllara meydan okuyorsun, tü..tü.. nazar değmesin, yenge hanım kıymetini bilsin vallahi diye size de iltifat etseler, o dükkandan eliniz boş çıkar mısınız”
Bize de verdiler gazı, verdiler gazı sonuçta bu hale geldik.
* * *
Eve, paketleri taksi şoförü ile birlikte üç postada taşıdık.
Alışveriş kolay da, asıl zorluk, bunları sevgili karıma anlatmak.
Kapıyı, yığılmış paketlerin arasından, yüzüme en sevimli ve şirin “maskeyi” takarak açtım.
“Ben geldimmmmmmmmmm...”
Gülümseyerek, “hoşgeldin” diyecekti ki, “Hoş”unu söyledi, gerisini tamamlayamadan, “Ne bunlar böyle?” diye çığlığı bastı.
“Aldım” dedim.
“Görüyorum, almışsın, kaç para harcadın, kime aldın, ne aldın, neden aldın?” diye başladı ahiret soruları.
* * *
Torbalar paketler açıldıkça Sevgili Karım’ın çığlıkları normal olmaktan çıkıp 7.8 şiddetinde depreme dönüştü.
Ben de birader, neler almamışım ki?
Tencereler, tavalar, fincan-bardak, bilumum züccaciye...
Kırbir çeşit baharat çayları...
Gömlek, ayakkabı, pantolan, bulüzlar...
Bu yaz sıcağında orlon, merserize kazak yünleri, envai çeşit krem...
Bu da ne? diye sorunca, bir baktım, “Çocuk sünnet şapkası ve ‘Maaşallah’ yazılı sim işlemeli göğüs kuşağı...
Ya bu?
Tornavida, İngiliz anahtarı, elektrikli makkap...
“Allah seni kahretmesin, ne yapacaksın bunları?”
Tabi ki, kafamı attırdığında oyacağım seni; diyemedim...
* * *
Erkekliğin yüzde 90’ı, başın sıkıştığında volta olup tüymektir.
Kaçma imkanın yoksa; tek kurtuluş, “zeytinyağı gibi üste çıkmaktır...”
O, 7.8 ile sarstı ya, ben de üste çıkmak için 9 şiddetinde harladım.
Ne fayda...
Baktım olmuyor, “senin haberin yok galiba” diye başladım konuşmaya.
“Daha dün Merkez Bankası Başkanı çıktı, ‘Bol bol alışveriş yapın” demedi mi?
“Eeeeeeeeeeeeee!..”
“Ben de adamı dinledim. Çünkü harcadıkça gelirimiz artacakmış(!)...”
“Aptalmısın sen Hamdi!.. Senin doların, Avro’nun kaç lira olduğundan, altının gramının kaça yükseldiğinden haberin yok mu?
Ya Türkiye’nin cari açığının Temmuz itibariyle 10 milyar doları aştığından...
Herkes kriz geliyor diye bas bas bağırıyor, sen hamuduyla ota-b.ka harcıyorsun.”
“Sevgili karım inanma sen o felaket tellallarına. Ergenokon’cu onlar, Ergenokon’cu... Sen, Başbakan ne diyor ona bak. ‘Bu kez teğet bile geçmeyecek’ dedi... Bu ülkede her iki kişiden birinin güvendiği, inandığı bir kişi, yalan söyleyecek hali yok ya?”
Ne dese beğenirsiniz:
“Sen adam olmayacaksın be Hamdi!.. Ne yapacağım ben seninle böyle?
* * *
Baktım iş sarpa sarıyor, son kozumu oynadım:
“İstifa ediyorum, istifa...”
“Ne? Ne istifası bu böyle?”
“Edemez miyim efendim. Demokratik hakkım bu. Can Dündar NTV’den, Ferai Tınç Hürriyet’ten...
Koskoca Paşa Işık Koşaner, Genel Kurmay Başkanlığı’ndan, Kara, Deniz Hava Kuvvetleri Komutanlarımız ordularının başından bir çırpıda istifa ettiler.
Ben niye etmeyeyim?”
“Et.. Et de nereden istifa edeceksin? Gazeteden mi? Evden mi? Benden mi? Nereden?”
“Yok canım, işimden gücümden memnunum...
Eh, Allaha şükür bir kaç ‘yasağı’ saymazsak, senden de çok memnunum.
Ben şu alışveriş işinden istifa ediyorum... Hem de bir daha yapmamak üzere...”
Önce, “İsabet olur”, sonra, “Al bunları kime vereceksen, nereye götüreceksen götür. Gözüm görmesin” dedikten sonra salon kapısını öyle bir şiddetle çarptı ki, az kalsın koskoca cam şangırt diye aşağı inecekti.
Arkasından şunu düşündüm:
Acaba her istifasını veren, benim gibi günü kurtarmak, mücadele etmek, dişe-diş kavga vermek yerine, “kadere boyun eğmek” gibi bir kolaycılığı seçtiği için mi yapıyor bu işi?
En önemlisi de, istifayı alan, istifa edeni böyle ortada “cımcıslak bırakıp”, zafer kazanmış bir komutan edasıyla kapıyı çarpıp çekip gidiyor mu?
BAKIŞ
Mavi Yansıma
Polyanna
Kadın yavaş adımlarla eve girdi.
Kapıyı usulca kapattı ve salona doğru koşar adımlarla ilerledi.
“Tanrım bu bir mucize olsa gerek” diye haykırdı.
Gözlerindeki yaşı tutamıyordu.
Zaten artık yalnızdı, tutması da gerekmiyordu.
Çünkü sevinçten ağlıyordu. Yaşadığı o anın keyifini çıkarmak istiyordu.
Tüm duyguları sanki ayağa kalkmıştı.
Kadın artık gerçeği biliyordu.
O anda aldığı haz,inancının sonucuydu.
* * *
Zaman zaman kadına acımışlardı.
Hatta saf bulanlarda olmuştu.
Polyana mısın diyerek kadının inancını sorgulamışlardı.
Kadın diğerlerinin söylediklerine, kulağını kapatmıştı. Yaşadığı zor anlara rağmen kolay seçenekleri seçmemişti.
İşte diğerlerini de, bu durum şaşırtmıştı.
Oysa kadın önünde farklı yollar olduğunu biliyordu. Ona göre her bir yol, bir seçenekti.
Hatta bu konuyu çok düşünmüştü.
Sonuç mu önemliydi? Yoksa sonuca ulaşılırken, seçilen yol mu?Y oksa yolculukta geçirilen zaman mı?
Ve şu karara varmıştı; “hepsi birlikte.”
Ertesi gün olmuştu.
Kadının duydukları şaşırtıcıydı. Ama o şaşırmamıştı.
Ona Polyana diyenler, şimdi de “ne büyük şans” diyordu.
Kestirme yolları seçmedi diye kızanlar, “biliyorduk“ diyordu.
Kadın sadece gülümsedi. Çünkü o hiç bir şey bilmediğini düşünüyordu.
O sadece inancıyla, doğru yolu ve kendini büyütecek anlamlı seyahati arıyordu.
Kadın kendini düşüncelere sürükleyen o sözü hatırladı:
“Nereye gideceğini bilmiyorsan, tüm yollar seni oraya götürür...”
Oysa kadın hiç bir şey bilmemesine rağmen, gideceği yeri hissedebiliyordu.
O yüzden zor olsa da doğru olan yolu seçiyordu.
Şu anda aldığı haz,zorlu yolun sonucunda ve taşıdığı inancıyla, yaşadıklarıydı.
Başı hep dikti ve kimin karşısında eğileceğini çok iyi biliyordu.
Rüzgar kuvvetli estiğinde bir ot, durduğunda çam ağacı gibiydi.
Son Söz
Şimdi anladım ne tuhaf.
Olan şeylere sevinmek yerine
Şu an da olmayan şeylere
Belki de gelecekte olacak olana, üzülmeyi seçiyorum.
Yani şimdi olmadı diye
Şu an da olan şeyler, öncesinde yoklardı oysa.
Onlar için de üzülmüştüm o zamanlar.
Geçmişte de anlamıştım ve şimdi tekrar hatırladım
Olanla birlikte şu anın içinde yaşamak.
İşte tek seçenek, mutluluğa açılan kapıda
Amaç mutlu olmaksa, anahtarı o anın içine girmek
Ve o anla, yani olanla bütünleşmek
Ve onu olduğu haliyle kabul etmek.
Ve şükretmek, iyi ise iyiliğine, kötü ise daha kötüsü olmadı diye.
Polyanacılık diyorlar bu duruma
Ama Polyanna mutlu ise ben de adımı değiştiriyorum POLYANNA...