OTURDUĞUM yerden kalkmak istemiyor canım.
Terliyorum.
Terleten, üşüten, titreten, yürümeye mecal bırakmayan, aksırtan-tıksırtan, ağız tadı bırakmayan grip, hoş geldin.
Cumartesi, yani dün, pazar yazısını kotardıktan sonra eve gidip dinlenmek en iyi çözüm diye düşünüyorum.
Bembeyaz çarşaf serilmiş, yumuşacık yastıklarla desteklenmiş grip sefası sürülmesi için hazırlanmış bir divan.
Divanın önüne çekilmiş, dumanı tüten sıcak bir çay konulmuş sehpa.
Çay, sehpanın üzerinde yalnız değil.
Her grip oluşumda, dinlenirken mutlaka bir kere daha okuduğum İhsan Oktay Anar kitapları, TV’ye istediğim gibi hükmetmem için konulmuş uzaktan kumanda aygıtı da dumanı tüten çayın yanında ve hepsi emrime hazır.
* * *
Grip, vücudumuza verdiği geçici zarar için özür dilemez.
Ama mutlaka geçeceğini bildiğimiz bir hastalık olduğu için bizi endişelere de gark etmez.
Ağrılı, kırık, mecalsiz bedenimizi dinlendirir, çayımızı höpürdeterek içerken, sıcacık evimizde şefkatle bakılarak dinlenmemize fırsat verdiği için içimizi belli-belirsiz bir huzur ve mutluluk bile kapsar.
* * *
Grip üzerine güzelleme yaparken; uyku bastı, gözlerim kapandı kapanacak, masanın üzerine başımı koysam uyuyacağım.
Son bir gayret başımı kaldırdım.
Duvara asılı TV’de haberler veriliyordu.
Bildiğiniz haberler işte.
Baştan beş tane Başbakan haberi, ardından PKK’nın bir müddet insan öldürmeye ara vereceğine dair haberler, bunu fırsat sayan “Televizyon Kadıları”nın açıklamaları, anlayacağınız “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok...”
* * *
Yarı baygın, kendimi yeniden uykunun şefkatli kucağına bırakacakken, haberleri okuyan spikerin sesi yeni bir habere başlayacağını belirtir şekilde yükseldi.
Saadet Partisi’ne 80 yaşında Genel Başkan olan Necmettin Erbakan ilk seçimde iktidar olacaklarını söylemiş.
Yazımı yazıp eve gitmek ve griple aşk yaşamak varken, Hoca’nın iktidara gelirse neler yapacağı aklıma takıldı.
Devr-i iktidarında gittiği her yere temel atardı, ömrü uzun olası Hoca. Toprak hemen iki karış kazılır, üç demir filizi yerleştirilir, ardından da bir el arabası harç karılıp, cemaat toplanır ve temel atılıverirdi.
Hoca’nın belâlısı, CHP Senatörü Niyazi Ünsal’dı.
Hoca’nın Erzincan’da attığı fabrika temelini söküp, arabasının bagajında Ankara’ya getirmişti.
Gazeteciler arabanın bagajında Ankara’ya getirilen fabrika temelinin boy boy fotoğraflarını çekmişler, millete eğlence çıkmıştı.
Neşeli günlerdi...
* * *
Erbakan Hoca Başbakan Yardımcısıydı.
Yüz bin tank, yüz bin top yapacağız diye tutturmuştu.
Köşe yazarları yüz bin tankla, yüz bin topun nereye konulacağının tasasına düşmüşlerdi.
Kim olduğunu hatırlamıyorum; anlı-şanlı bir köşe yazarı yüz bin tank ile yüz bin top yapılırsa, bunların Konya Ovası’na konuşlandırılabileceğini yazdı.
Rakibi köşe yazarı ertesi gün hemen cevap verdi:
Yüz bin tankla yüz bin topun Konya Ovası’na konuşlandırılırsa tarımın öleceğine, memleketin buğday sıkıntısı çekeceğine dair üç gün süren yazı döşendi.
Ortada tank yoktu, top yoktu.
Köşe yazarları birbirlerine girmişlerdi.
Dedim ya, neşeli ve güzel günlerdi.
* * *
Birden TV’nin sesi iyice yükseldi, reklâmlar başlamıştı.
Titredim, kendime gelir gibi oldum.
TV’yi kapattım. Yazımı yazdım. Eve telefon açıp, “Grip oldum” müjdesini verdim. Divanın, sehpanın, çayın hazır olacağından emin gazeteden çıktım.
* * *
Arabaya binerken yine kafama takıldı. Gerçekten Hoca yüz bin tank, yüz bin topu yapsaydı, o kadar tankı, topu nereye koyardık?
Acaba bir top için ne kadar alan lâzım olur?
Tanklar için makul bir manevra alanı da ayırmak gerekir. Kafam iyice karıştı.
Ben otuz beş yıllık gazeteciyim ama, üniversitede inşaat mühendisliği eğitimi gördüm.
İşte okumanın faydası, eve gidince yüz bin tankla yüz bin topu yerleştirmek için Konya Ovası’nda ne kadar bir alanı kullanmak lâzım gelir diye hesap yapmaya karar verdim.
Mühendislik bir işe yarayacak diye gülümserken, cep telefonum çaldı. Sevgili eşim Meltem Hanım, “Ne yapıyorsun? Nasılsın?” diye açmış.
“Eve geliyorum” dedim, “Sehpanın üzerine bir de hesap makinesi koy. Yüz bin tank ile yüz bin top ne kadar yere yerleştirilir diye hesap yapacağım.”
“Ne yapacaksın? Ne yapacaksın?”
“Yüz bin...” sözümü tamamlayamadım.
Eşim “Oradan ayrılma” dedi.
“Ben oraya geliyorum, seni alacağım...” Telefon kapandı.
Gribin bu sefer yalnız bedenime değil, aklıma da zarar verdiğini düşündü herhalde.
Eve gidince, bakalım başıma neler gelecek?