24 Ocak kararları sonrası hep aynı şey söylendi: “Devlet küçülmeli...” O yıllarda 20’li yaşların sonuna gelmiş bizler de, “devrimcilik-komünistlik yapmayın” damgasını yemeyi göze alarak bu slogana şiddetle karşı çıktık.
Devlet, küçülmemeliydi.
Et, süt, ayakkabı, kumaş üretmeliydi.
Kömür ve maden ocaklarını çalıştırmalıydı.
Elektrik santralları kurmalıydı.
Demir-çelik üretmeliydi.
Liman işletmeciliği yapmalıydı.
Havaalanlarını işletmeliydi.
Ama hep; “Devlet bunları yapmaz, yapmamalıdır” denildi.
Devamında da eklenirdi:
“Devlet asli görevlerine dönmelidir...”
Peki neydi o görevler?
Güvenlik ve adalet...
Gerisi; milli eğitim, sağlık, sanayi, ticaret...
Şiddetle karşı çıkılırdı:
Devlet üretmez...
Devlet satmaz...
Neden?
Çünkü bu iş, dünyada ve gelişmiş ülkelerde böyle de ondan...
Gelişip semirmemiz için, bizde de devlet ekonomiden elini çekmeli.
Süratle, hatta koşar adımla, özelleştirme adı altında devletin, milletin tüm varlıklarını sattık.
Yani istenildiği gibi devletimizi küçülttük.
Tabii her zamanki gibi, onlar “vur” dediler, biz “öldürdük...”
24 Ocak 1980’den bu yana sata sata bugün;
Bizde yüzde 8-10’lara düşen devletin ekonomideki payı, elin oğlunda...
Amerika, Almanya, İtalya, Fransa, İspanya’da yüzde 40’ların üzerinde...
O gelişmiş ülkeler;
Üreticisini destekliyor.
Tüketicisini destekliyor.
Gerekirse kendi ürettiğini satabilmek için kota koyuyor.
Ve hiçbiri ülke pazarını ardına kadar yabancılara açmıyor.
Şimdi şöyle bir kendimize bakalım.
Yediklerimizin et değil, bunu Bakanlık bile kabul ediyor.
Süt derseniz; çocuklarımızı zehirliyor.
Tereyağı ve yoğurt tartışma konusu.
Bal çakma.
Tuz bile bozuldu, tuz...
İçinde tavuk olmayan tavuk döneri...
Teknoloji sağolsun; etsiz sucuk ve salam...
Eeeeeeeeeeeee.....
Ne olmasını bekliyordunuz?
Devlet üretmesin, devlet satmasın, devlet ekonomiden elini ayağını tamamen çeksin demenin de tabii ki bir faturası olacak.
İşte bugün o faturayı ödüyoruz.