BAŞLIĞA bakıp “Bu ne biçim Türkçe?” diye burun kıvırmayın.
Artık ben de sokak yazarı oldum.
Sokak yazarı olunca da, kelimeyi yanlış mı yazdım, cümle kurallara uygun mu diye yazı boyunca beni takip eden endişenin bastım arkasına(!) tekmeyi.
Artık sokak nasıl konuşuyorsa öyle yazacağım.
Gazeteye basacaklarını bilsem “arkası” diye yazmam. Arkası neresiyse adıyla sanıyla yazarım.
Ama basmazlar.
Ben de tekme basılan organa şimdilik arkası diyorum ve bir beyefendi gibi gülümsüyorum.
Sokak yazarlığım bir tutsun, bir tescillensin ondan sonra tutmayın beni. Türkçenin Büyük Argo Sözlüğü’nü yazan Hulki Aktunç “Vay, bunlar ne biçim ağızlar, benim sözlük tırışkadan tayyareymiş abi, n’olur gel şu sözlüğü birlikte üfleyelim” diye kapının eşiğine paspas olup, “İnleyen Nağmeler”i söylemezse bana da “En Birinci Sokak Yazarı” makamı haram olsun.
”Ya bu adam haftanın beş günü akıllı uslu yazıyor, pazar geldi mi sapıtıyor” diye düşündünüzse, durum vaziyeti hemen açık edeyim.
Siz de meseleyi çakozlayın...
Biliyorsunuz Radikal Gazetesi radikal bir değişim geçirdi. Boyunu yarıya indirirken, kalınlığını “Liseler için Coğrafya Atlası” kalınlığına, 72 sayfaya çıkardı.
Fiyatı da 25 kuruş.
Önce ucuz satıp alıştıracaklar, zamanı gelince de kazıklayacaklar demesinler diye de yanına “tanışma fiyatı” yazdılar. Anlayacağınız hem okumuş hem de Allahları var, dürüst çocuklar.
Radikal’in yeni Genel Yayın Yönetmeni, ömrü uzun olası, namı Dünya’nın dört bir yanını tutası, şanı büyük Eyüp Can Bey daha gazete radikal biçimde arz-ı endam etmeden “Köşe yazarlığı öldü, şimdi para sokak yazarlığında” mealinde bir lâf etti.
Etmekle kalmadı, gazeteyi çıkarmak için sokak timleri kurdu.
Çakozladınız değil mi?
Sokak yazarlığı için yağ falan çekmiyorum.
Gerçek şu ki; genç, yakışıklı, hem çağdaş ve batıya açık, hemi de mütedeyyin, sosyoloji, felsefe, ekonomi, iletişim, edebiyat, sanat, fizik, matematik, geometri, yani aklınıza ne gelirse hepsinden malûmat sahibi, kimya ve simya ilimlerine dahi vakıf bir Genel Yayın Yönetmeni; “Bundan sonra mangır da, şöhret de sokak yazarlığında, köşe kadılarının işi bitecek amma sokak yazarları malı götürecekler” diye yol gösterir de, ben üzerine atlamaz mıyım?
Benim kadı kızından neyim eksik?
Ey can dostu okur!
İşte sokak yazarlığına don-paça dalmam bu istikbal kaygısıyladır.
Ne yapayım, huyum böyle?
Ben “Cehenneme gider misin?” deseler, önce “Maaş durumu nasıl?” diye soranlardanım.
Hemi de ben şu İzmir çukurunda bütün sokakları bilirim. Sokakları severim.
Daha bu sokak yazarlığı işine adam alınmaya başlanmadan İzmir Güzellemesi diye yazı yazmış ve de İzmir’in sokaklarına duyduğum şiddetli aşkı anlatmıştım.
Yani sokak yazarlığına atanmak için yazılı belge var elimde.
Belki, maaşı daha iyi bir iş çıkar da, referans olarak gösteririm diye; sokak yazarlığı lâfı piyasaya çıkmadan önce yazdığım yazıyı gazeteden kesip cüzdanıma yerleştirmiştim.
Acayip bir sokak aşkı yazısıydı.
* * *
“Körfez temizlenmeden, önce Bayraklı’dan başlayarak Güzelyalı’ya kadar bütün kıyıyı bayıltan kokuyu bile parfüm gibi düşünüp İzmir Geceleri adını takmıştım ben.
Yaz gelince kapılarının önüne çubuklu pijamayla oturup serinlemeye çalışanları, otobüs duraklarında saatlerce bekleyen insanları, sokak pilavcılarını, midyecileri, her fuar açılışında oluk oluk fuara koşturanları, davul-dümbelek göbek çalkalayarak Hıdırellez’i coşkuyla kutlayan İzmir Romanlarını ve ‘Valla bütün yaz Çeşme’deydik bilâder’ muhabbeti yapan ‘Beyaz İzmirlileri’ de seviyorum.
Bu şehri sevdiğimi, şiddetli bir aşkla sevdiğimi söylemekten de hiç gocunmuyorum.”
* * *
Bu yazılı belge elimdeyken, bu şehre ve sokaklarına bu kadar şiddetle aşk duyan bir adamın sokak yazarlığını, sokak yazarlığı ilmühaberi vermeye yetkili, Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sayın Eyüp Can Bey bile tasdik edecektir.
Zira kendisinin bu kadar şiddetli bir “Aşk”ı anlayacağından adım kadar eminim.
Çaktınız değil mi?
“En Birinci Sokak Yazarı” olmak, benim en tabii hakkım.
Bir “Kaz” (İzmirli) fıkrası
Çok soğuk bir kış günü padişah, tebdili kıyafet gezmeye karar vermiş.
Yanına başvezirini alıp yola çıkmış.
Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler.
Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş. Padişah, ihtiyarı selamlamış.
“Selamünaleyküm ey pir-i fani...”
“Aleykümselam ey serdar-ı cihan...”
Padişah sormuş:
“Altılarda ne yaptın?”
“Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor...”
Padişah gene sormuş:
“Geceleri kalkmadın mı?”
“Kalktık... Lakin, ellere yaradı...”
Padişah gülmüş.
“Bir kaz göndersem yolar mısın?”
“Hem de ciyaklatmadan...”
* * *
Adamın yanından ayrıldıktan sonra, padişah başvezire dönmüş:
“Ne konuştuğumuzu anladın mı?”
“Hayır padişahım...”
Padişah sinirlenmiş.
“Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım.” Korkuya kapılan başvezir, telaşla dere kenarına dönmüş.
Bakmış adam hâlâ orada calışıyor.
“Ne konuştunuz siz padişahla?” diye sormuş.
Adam, başveziri şöyle bir süzmüş.
“Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim.”
Başvezir, yüz altın vermiş.
“Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu?”
“Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi.”
Vezir kafasını kaşımış.
“Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek?”
Adam, bu soruya cevap için bir yüz altın daha almış.
“Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz, dedim.”
Vezir bir soru daha sormuş...
“Geceleri kalkmadın mı ne demek?”
Adam bir yüz altın daha almış.
“Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim.”
Vezir gene kafasını sallamış.
“Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek?”
Adam gülmüş. “Onu da sen bul...”