Ünal Erdoğan şöyle bir hesap yapmış:
DOĞALGAZ:
İthal ediliyor.
Yılda 46 milyar ton.
Devlet 8 milyar liraya mal ediyor.
Halka 55 milyar liraya satıyor.
Yani tam 6 kat fazlasına.
Devletin, sadece doğalgaz satışından vatandaşından elde ettiği kar; 47 milyar lira...
PETROL:
İthal ediliyor.
Yılda 34 milyon ton.
17 milyar lira maliyeti var.
Halka 93 milyar liraya satılıyor.
Devletin sadece petrolden yıllık karı 6 milyar lira.
Yani alış fiyatıyla satış fiyatı arasında tam 4.5 kat fark var.
ELEKTRİK:
Elektrik ülkemizde üretiliyor.
Doğalgaz ve petrol gibi ithal edilmiyor.
Enerji miktarı yılda 200 milyar kilowatsaat.
Devlete toplam maliyeti 17 milyar lira.
Ama halka 76 milyar liraya satılıyor.
Ve devlet 17 milyara mal ettiği elektriği, vatandaşına 76 milyar liraya satarak, bir yılda 59 milyar lira kazık atıyor.
Kısacası;
Üç kalemde; doğalgaz+petrol+elektrik satışından Türkiye Cumhuriyeti Devleti, vatandaşından, maliyetinin dışında; 47+76+59= 182 milyar lira kar ediyor.
Vay be!.......
42 milyar liraya mal et, 182 milyara halka sat...
Ulen bu bizim TC...
Devlet mi?
Yoksa;
Kanımızı emen tefeci mi?
Unutulmuş Sebzeler Festivali
19 Ekim-11 Kasım tarihleri arasında fırsat buldukça soluğu İzmir Cumhuriyet Meydanı’ndaki Mövenpick Oteli’nde alacağım.
Aman ha...
Sakın ola, sevgili Nail Özkardeş ağabey ya da Oğuz Özkardeş davet ettiği için değil, unutulmuş sebzelerden hazırlanan lezzetli yemekler için gideceğim.
Kafanız karıştı değil mi?
Anlatayım:
Tüm dünya mutfaklarında, yüksek besin değerleri ve sahip oldukları vitaminlerle yaban havucu, tekesakalı çiçeği, kök sebzeler ve diğer unutulmuş sebzeler, yeniden yükselişe geçerek, geri döndüler.
Mövenpick İzmir; 19 Ekim-11 Kasım tarihleri arasında Avrupa’daki Mövenpick Otelleri ile aynı zamanda, unutulmuş sebzeleri yaratıcı tariflerle yeniden keşfetmeniz için özel bir menüler sunacak.
Yer elması, turp, frenk maydanozu, bal kabağı ve ayva gibi geleneksel sonbahar sebzeleri...
Ardıç tohumu ve kişnişle kaplanmış, fırınlanmış yer elması ile sunulan sudak balığı filetosu...
Bal kabağı ile doldurulmuş ravioli...
Şalgam ve kök sebzeler ile servis edilen tavada kızartılmış tavuk göğsü...
Karamelize yaban havuçlu fırınlanmış kuzu sırtı...
Yemin ederim şimdiden ağzımın suları akıyor.
19 Ekim’i iple çekiyorum.
Vaktiniz olursa size de tavsiye ederim...
Grip aşısı olmalı mıyız?
Grip, virüs ile bulaşan bir hastalık çeşidi.
Ne yazık ki henüz tedavisi bulunamamış bir hastalık.
1000’e yakın değişik karakterdeki virüsle, her yıl yeni bulgularla, güz ve bahar aylarında ortaya çıkıyor ve yakalananın da anasını ağlatıyor.
Grip, aynı zamanda, bel ağrısından sonra, dünyada en çok işgücünü engelleyen bir hastalık.
Peki aşı olmak şart mı?
Uz. Dr. Ülkümen Rodoplu’ya sorduk. O yanıtladı:
Grip hastalığının genellikle kuluçka süresi iki gün.
Bu süreçte hastalık bulaşıcı.
Yapılabilecek en iyi iş; virüsü kaptığınızı fark ettikten ya da bulgular başladığı anda, evde istirahat etmek.
Böylelikle, istirahatle vücudun daha güçlü olabilmesini sağlar, virüsün çevrenize ve iş arkadaşlarınıza bulaşmasını engellersiniz.
Grip aşısı yüzde 100 bir korunma aracı değildir.
Bilinen 1000’e yakın virüs tipinden bir kısmına karşı korunma sağlar. (Yaklaşık yüzde 50 düzeyinde.)
Aşı 15 yıllık araştırma geçmişini sahip olduğundan risk grubunun dışındakiler için pek önerilmemektedir.
Grip için risk grupları şunlar:
Yaşlılar (65 yaş üstü)- Astım hastaları- Kalp hastaları- Tansiyon hastaları- Şeker hastaları- Doğuştan belirli ilaçlar kullanmak zorunda olan kişiler (epilepsi vb.)
Grip virüsü havada asılı kalan bir yapıda olduğundan (yaklaşık 2-3 gün), en iyi korunma yöntemi, bulunan ortamı sürekli havalandırmak ve elleri sık sık sabunla yıkamaktır (3 dakika boyunca).
Bu yöntem, aşıdan daha etkili bir korunma sağlar.
FIKRA
Kadının biri alışveriş için çarşıya inmiş.
Önce ayakkabı, arkasından bir elbise, derken üçüncü girdiği dükkanda her şey 5 dolara inmiş. Ve tam o sırada da telefonu çalmış.
Hattaki kadın doktor, ona kocasının feci bir trafik kazası geçirdiğini, durumunun kritik olduğunu, yoğun bakımda yattığını söylemiş.
Kadın, doktora; kocasına çarşıda olduğunu iletmesini, hemen orada olacağını iletmesini söyleyerek telefonu kapatmış.
Ama akabinde hayatının en verimli aalışverişini yapmakta olduğunu fark etmiş ve hastaneye gitmeden bir iki mağazaya daha girmiş.
Birkaç saat sonra alışverişini bir fincan kremalı kahve ile tamamlarken birden kocasını hatırlamış.
Suçluluk duygusu ile hastaneye koşmuş...
Koridorda doktoruna rastlayıp kocasını sormuş.
Bayan doktor, kadının elindeki paketlere bakıp;
“Buraya hemen gelmek yerine alışverişine devam ettin değil mi?
Adam burada yoğun bakımda, sen mağaza mağaza dolaş...
Iyi be...! Ama bu senin son alisverisin olacak... Artık ömrünün sonuna kadar onun hasta bakıcısı olacaksın, hem de başından bir dakika bile ayrılmadan” diye bağırmış...
Kadın son derece üzgün başını önene eğmiş, başlamış hüngühüngür ağlamaya.
Bayan doktor, onun bu haline uzun uzun baktıktan sonra kıkırdamaya başlamış:
Şaka yapıyorum kııııııııııııız şaka... Takıldım sana... Kocan öldü... Vallahi öldü... Haydi aç bakayım şu poşetleri de neler aldın görelim...
Fıkrıyı anlatan bayanın özel notu: En iyi koca ölü kocadır...