Hamdi Türkmen

Hamdi Türkmen

hamdi-turkmen@hotmail.com

Tüm Yazıları


Geçen pazar yoktum.
Fark etmedik derseniz, inanın gücenmem.
Size ne güceneceğim; bazen evde olup olmadığımı Meltem bile fark etmiyor.
O derece sessiz ve çevreye rahatsızlık vermeyen, yumuşak huylu bir insanım sizin anlayacağınız.
Bazıları hafta içinde yazdığım yazılara, siyasi tahlillere falan bakıp bu söylediklerime inanmayabilir.
Ama inanın gerçek bu.
Hani her yetişkin insan, içinde neşeli bir çocuk taşıdığını iddia eder; “aman içindeki çocuğu kaybetme” falan diye öğütler verir ya...
Hafta içinde o çocuk olmuyor benim içimde.
Şöyle ağzından alevler fışkıran bir eski zaman canavarı oluyor ve hafta içindeki yazılarımı da o yazıyor...
Uzatmayayım.
Çok sevgili karım Meltem, “Edebiyat parçalamayı bilmiyorsun, yazarken uzatma, kısa cümlelerle yaz, ne diyeceksen hemen söyle” diye eleştiriyor sonra...
Demek istiyorum ki; ben yumuşak başlı, iyi huylu, sessiz, yemeğe de gezmeye de gelen bir insanımdır. (Lütfen işyerindeki çalışma stilimi karıştırmayalım.)
* * *
Geçen hafta neden yoktum?
Çünkü, Barselona’daydım.
1980 öncesi bunu yazsaydım, çok sükse yapardım.
O yıllarda yurtdışına çıkmak, rüya gibi gelirdi insanlara...
Anlı şanlı köşe yazarları, yazılarına “Ben Avrupa’dayken” diye başlık atardı.
Ama şimdi öyle değil, valizini kapan soluğu Avrupa’da alıyor.
Yanisi şu ki; Barselona’yı yazmaya gerek yok.
Öyleyse bu hafta ne yazayım?..
Bu hafta ne yazayım?.. Bu hafta...
* * *
Böyle düşüne düşüne ve kafamdaki tilkilerin kuyruklarını birbirine değdirmeden gezdirirken dalmışım.
Başımı silkeledim, önümdeki ekrana baktım; ohoooooo... ben internette dalgın dalgın sörf yapıyorum.
Her saniye artan “yüz bin milyar doksan katrilyon(!)” Web sitesi içinde oradan oraya tıklayıp gidiyorum.
Ekrana baktım, “Açık Bilim” diye bir sanal derginin web sitesindeyim.
Bilim beni bozar, pazar günü okuyucuyu da bayar.
Tam geçicem, bir başlık gözüme takıldı:
“Sazan’dan Elektrik Elde Etmek...”
Sazandan elektrik elde ediliyor ve bunu bir bilim dergisi yazıyorsa, ben bunu okuyayım diye düşündüm.
Öyle ya; hemen Selçuk Yaşar Baba’nın yanına koşar, elini öper, kendisine bir kitabını yazmayı vaat edip, beş kuruş Ar-Ge ücreti ödemeden, Mordoğan ya da Çeşme Çiftlikköy, olmadı Seferihisar-Sığacık kıyılarında Sazan Çiftliği kurar, hem balık ticareti yaparım hem de elde ettiğim elektrikle TEDAŞ’a rakip olurum!
Heyecanla yazıyı okumaya başladım.
Meğer yazı, bilim aleminde yapılan 1 Nisan şakaları üzerineymiş ve bilim aleminde de yeteri kadar sazan varmış!
Mesela;
1990 yılında California Üniversitesi’nden Erich Lechner, “Usenet” bilgisayar ağına bir mesaj bırakmış.
Mesajda “dihidrojenmonoksit” adlı bir madde tanımlanıyor ve zararları listeleniyormuş.
Bu kimyasalın zararları korkunçmuş...
Hemen bu kimyasalın yasaklanması için kampanyalar açılmış.
Hatta kampanya düzenleyenler, kampanyalarını tanıtmak için bir de logo yaptırmışlar.
İnsanlığı bu zararlı kimyasaldan (!) korumak için sıkı çalışmışlar anlayacağınız...
HHH
İşin daha da korkuncu, bu kimyasal, nehirlerimizde, göllerimizde bulunuyor ve hatta evimizdeki musluklardan bile akıyormuş.
Neymiş bu kimyasal biliyor musunuz?
Su... Su...
Yani, “İki(di) Hidrojen, bir(mono) oksijen” DİHİDROJENMONOKSİT...
Onun için, başlığa bakıp yazının üzerine atladım diye kendime kızmadım.
Koskoca bilim alemi, anlı şanlı Amerikan üniversitelerinin profları böyle sazanlanmışlarsa, benim gibi kendi halinde bir adam haydi haydi sazanlanır; öyle değil mi?..
* * *
Yazı hoşuma gitti.
Yazarı; Kerem Kaynar...
Bu Kerem efendi, makine mühendisi ve ODTÜ mezunu.
Kendisi, Bilim Tarihi ve Fizik meraklısı olarak tanıtılmış...
Aynı sitede yazarın başka yazıları da var, onları da okudum, bayıldım.
Hele; “Ardesini bilmiyorum sevgilim” başlıklı bir yazı var, elimden gelse bastırıp, nikah memurları vasıtasıyla dağıtırdım.
Laf aramızda, zaten gelecek Sevgiler Günü’nde bu yazının altına “Vallahi ben de aynen böyle yaparım” yazıp sevgili karım Meltem‘e vereceğim.
Ceviz büyüklüğündeki tek taştan daha fazla prim yapıp, puan kazanmazsam nah şöyle olayım... Fazla kafanızı şişirmeyeyim;
Hani, internete girip ottan bohtan yazılar okumaktan bıkmışsanız, benim de tesadüfen tanıdığım www.acikbilim.com sitesine girip Kerem Kaynar’ın yazılarını okuyun.
Söz...
Beğenmeyenin parasını iade edeceğim.
Bu da sizlere bu haftalık kıyağım olsun...

Haberin Devamı

Tuzlu Kahve

Haberin Devamı

Kıza bir partide rastlamıştı... Harika bir şeydi.
Kızı kahveye davet etti.
Kız davete şaşırdı ama kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular.
Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, bu hali kızın huzurunu kaçırdı... “Ben artık gideyim” demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı; “Bana biraz tuz getirir misiniz” dedi. “Kahveme koymak için...”
* * *
Herkes delikanlıya bakmaya başladı. Kahveye tuz!..
Delikanlı kıpkırmızı oldu ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla “Garip bir ağız tadınız var” dedi. Delikanlı anlattı:
“Çocukken deniz kenarında yaşardık. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı
dilimde hissetsem, çocukluğumu, evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum... Annemle babam hala orada oturuyorlar. Onları ve evimi öyle özlüyorum ki...”
Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının...
Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı.
Kız da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu...
Tatlı ve sıcak.
Buluşmaya devam ettiler ve prenses, prensle evlendi.
Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar.
Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu...
* * *
40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. “Ölümümden sonra aç” diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına.
Şöyle diyordu:
“Sevgilim, bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet.
Sana bir tek kere yalan söyledim... O da tuzlu kahveydi.
İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken “tuz” çıktı ağzımdan.
Sana gerçeği anlatmayı defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim.
Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için bir sebep yok...
İşte gerçek:
Ben tuzlu kahve sevmem! O garip ve rezil bir tat.
Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim.
Çünkü mutluluğumu bu tuzlu kahveye borçluydum.
Dünyaya bir daha gelsem, yeniden seninle olmak isterim, Bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da...”
Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı.
Lafı açıldığında bir gün biri, kadına “Tuzlu kahve nasıl bir şey?” diye soracak oldu..
Gözleri nemlendi kadının...
Çok tatlı!.. dedi...

Haberin Devamı

Pazar fıkraları

Bu akşam bize gel

Temel, Fadime’ye seslenmiş:
- Fadime, bu akşam bize gel. Evde kimse olmayacak.
Fadime, akşam olunca koşa koşa Temel’in evine gitmiş, kapıyı çalmış ama kimse açmamış.

Katlı otobüs

Bir gün Temel ile Dursun, iki katlı otobüsle yolculuk ediyormuş.
Temel, cep telefonundan, alt kattaki Dursun’u aramış.
- Orada havalar nasıl Dursun?
- Bizim şoför uyumuş, otobüs kendi kendine gidiyor vallahi Temelciğim.
- O da bir şey mi Dursun? Bizim katta şoför bile yok!

AIDS

Temel, ölümcül hastalığa yakalanır. Dursun da yanında refakatçi olarak kalmaktadır.
Temel, gelen herkese ben AIDS’li bir hastayım, der.
Dursun dayanamaz, sorar:
- Temel, sen AIDS falan değilsin. Neden herkese yalan söylüyorsun?
- Haçen, öyle de ölücem, böyle de... En azından karımı sağlama alayım bari...