Hamdi Türkmen

Hamdi Türkmen

hamdi-turkmen@hotmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

BEN gazeteciyim.
Ekmek paramı bu işten kazanıyorum.
Hal böyle olunca da mesleğimi en iyi şekilde yapmak için elimden geleni ardıma koymuyorum.
Bu bilinç ve şevkle iş saatim olmadığı halde salondaki baba koltuğuna yayılmış, bir yandan çiğdem çitletip bir yandan da TV’de haberleri izliyorum.
Maksadım, verilen haberlerin ek yerini bulup okuyucularıma işmar çakarak onları uyarmak.
Haber bülteni de tek bir konuya ayrılmış.
Osama Bin Ladin’in öldürülmesine.
Ben böyle gayretle haberleri izleyip, acaba bu işte kimsenin göremediği bir noktayı yakalar da milleti uyandırır mıyım diye çabalarken.
Sevgili eşim Meltem elinde çay bardağı ile salona girdi.
Ve derhal TV’deki haber bültenine kilitlendi.
Spiker Ladin’e dair anlatacak başka lâf kalmayınca, memleketimizin vardığı ileri demokrasi istasyonunda neler olduğunu anlatmaya başladı.
Meltem, bana bakıp;
- Bu Ladin olayında ileride ortaya çıkacak çok ilginç noktalar var, dedi.
- Haklısın dedim, adam altı kere evlenmiş,
- Efendim,
- Ladin diyorum, altı kere evlenmiş, son karısı da kendisinden otuz beş yaş küçük bir tazeymiş,
- Başka?
- Başka yorumda bulunamıyorum, son karısının hiç resmi yokmuş, fiziği düzgün mü, güzel mi, Ladin’in yanına yakışıyor muydu, ancak bir resmi yayınlanırsa anlayabiliriz.
- Sen dedi Meltem, tarihe terörün sembolü olarak geçecek bir adamın öldürüşüyle ilgili haberden bu sonuçları mı çıkarıyorsun?
İki çiğdem daha çitletip, sağ elimle kabuklarını çöpe attıktan sonra, yeniden çiğdem tabağına uzanırken,
- Tam kestiremedim, dedim. Ladinle kendisinden otuz beş yaş küçük karısının şöyle bir davette falan çekilmiş resimlerini görsem daha rahat yorum yapardım.
- Ben sana, dedi Meltem, hani “Allah seni ıslâh etsin” diyordum ya,
- Evet,
- Artık öyle demiyorum, bu haberden de bu sonucu çıkardın ya, ”Allah seni bildiği gibi yapsın” demekten başka çare yok.
* * *
Beş gündür düşünüyorum. Meltem bana iltifat mı etti, yoksa notumu daha da aşağıya mı düşürdü, bir türlü çıkaramadım.

FIKRA

Temel, parmağını kesmiş. Büyük bir telaşla yeni kurulan Aile Hekimliği Merkezleri’nden birine gitmiş. İçeri girince, iki kapı çıkmış karşısına.
Birinde “Hastalıklar”, diğerinde “Yaralanmalar” yazıyormuş.
Durumuna uyan “Yaralanmalar” kapısından içeri girmiş. Önüne yine iki kapı belirmiş.
Birinde “Kanamalı”, diğerinde “Kanamasız” yazıyor.
“Kanamalı” kapıdan girince, iki daha...
“Hayati önemde olan” ve “Hayati önemde olmayan.”
Hayati önemde olmayan yazılı kapıyı açmış, kendini sokakta bulmuş.
Eve geldiğinde Temel’e sormuşlar:
- Temel Aile Hekimliği’nde sana iyi baktılar mı?
- Hiç bakmadılar, ama organizasyon müthiş!

Ahlakımız koruma altına alınacak

Kızı başına buyruk bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya, bu milleti başına buyruk bırakırsan İnterneti açar açmaz porno sitelerine dalar diye düşünen yöneticilerimiz ahlâkımızı koruma altına almaya karar vermişler.
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, 22 Ağustos’tan itibaren interneti filtreliyor.
Artık interneti açıp öyle “ota bota” bakamayacaksınız.
Biz bu köşeye İnternet’ten aşırılmış yazılar koymamaya özen gösteriyoruz.
Ancak 22 Ağustos’a kadar ne yaparsak kâr diye düşünüp internet dünyasından hoşumuza gidenleri size aktarmaya karar verdim.
Aşağıdaki yazıyı Salihli’de oturan Emekli Edebiyat Öğretmeni Ali Yavuz’un dostlarıyla kurduğu mesaj zincirinden aldım.
Yıl 1912, İngilizler Hindistan’ı işgal eder, Hindistan Kralı Osmanlı’dan yardım ister. Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu yardımı karşılıksız bırakmamak için 350 kişilik bir askeri birliği gemiyle Hindistan‘a gönderir.
350 kişilik birlikten 20 kadarı yolda hastalıktan şehit olur, kalan 330 Osmanlı askeri Hindistan’a çıkarlar ve İngilizlerle savaşmaya başlarlar.
Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı askerleri birkaç günlük mücadeleden sonra teknolojik donanıma sahip İngiliz askerleri karşısında yenik düşerler ve 40 kadarı esir alınır, diğerleri de savaşta şehit olurlar.
Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı askerini, İngilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar.
Bir İngiliz gemisi Avustralya‘ya geldiğinde, esir iki Osmanlı askeri gemiden bir yolunu bulup kaçar.
Bir süre sonra, iki askerden adı Karadeniz diyarından Menteşoğlu Abdullah olan baba mesleği dondurmacılığa, Karahisar diyarından diğer asker Tarakçıoğlu Mehmet de baba mesleği kasaplığa başlar.
1918’de Avustralya Çanakkale’ye asker çıkarır ve bizim iki Osmanlı askeri olayı duyar. Hemen buluşur, durum değerlendirmesi yaparlar.
“Osmanlı askeriyiz ve Avustralya‘da yaşıyoruz. Avustralya devleti Osmanlıya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı biz de Avustralya devletine savaş açalım” kararına varırlar.
Alırlar kağıdı, kalemi ve yazarlar:
Avustralya Başkanı, Ekselans Hazretleri;
Biz iki Osmanlı askeri, ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki, Osmanlıya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale’ye asker göndermişsiniz. Bundan dolayı iki Osmanlı askeri olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız. Bu bir “Osmanlı Savaş Fermanı”dır. Ekselanslarının bilgilerine duyurulur.
İmza: Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet, Karadeniz diyarından Menteşoğlu Abdullah”
Osmanlı askeri, Sidney’in 250 km uzağında Karlıdağlar denilen bölgede virajlardan tren raylarını sökerek 3 tren devirir. Üçüncü trende askeri mühimmat bularak silahlanırlar. Aynı bölgede 8 karakol basar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar.
Ne olduğunu bir türlü çözemeyen Avustralya devletinin aklına iki Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektup gelir. Ve bölgeye 250 kadar asker gönderirler.
İki Osmanlı askeri aranmaya başlanır. Birkaç günlük araştırmadan sonra sıcak çatışma olur.
Ve iki Osmanlı askeri bu karlı dağlarda şehit edilir.
İki askerin şu an mezarı Sidney‘e 250 km uzakta Karlıdağlar‘da.
Mezarlarında fotoğraf çekmek yasak.
Avustralyalılar “İki Osmanlı askeriyle savaştık” demek zorlarına gittiği için bu askerlerimize Hindistan asıllı diyorlar.
Oysa Hindistan‘da ne Karahisar diyarı, ne de Karadeniz diyarı diye bir bölge var.
Bu hikâye, şehit kanları üzerinden iktidar olmaya çalışan ve oğulları 21 günlük paralı askerlikle yırtan bütün siyaset adamlarına ithaf olunmuştur.

BAKIŞ

RİSK


İnsan, kendisi için veya toplum için diye iki yaşam modelini kendisine örnekleyip hareketlerini, konuşmasını, duygularını, hırs ve arzularını planlayamaz.
Eğer böyle bir davranış modelini benimserse hep ikilemde kalır ve hayattan zevk alamadığı gibi çevresini de mutlu edemez.
Hani Mevlâna’nın güzel bir sözü vardır:
“Ya göründüğün gibi ol
Ya da olduğun gibi görün” diye.
Eğer olduğunuz gibi görünürseniz düşüncelerinize özgürlük verirseniz o zaman hem siz hem de çevreniz mutlu olur.
Ancak bazen de düşünce özgürlüğünüzü kullanabilmeniz için bazı riskleri almanız gerekir.
Geçenlerde yakın bir dostum bana risklerle ilgili bir ileti gönderdi.
Çok beğendiğim için sizlerle paylaşmak istedim:
Gülmek; “saf” denme riskini göze almaktır.
Ağlamak ise; “duygusal” görünme riskini...
Birine yakınlaşmak; “kendini kaptırma” riskini,
Duygularını açmak; “kendini ortaya koyma” riskini,
Hayalleri ve düşünceleri sergilemek ise; ...”onları başkasına kaptırma” riskini göze almaktır.
Sevmek; “karşılık görememe” riskini...
Yaşamak ise...; “ölme” riskini göze almaktır.
Umutlanmak; “hayal kırıklığına uğrama” riskini; “başarısız olma” riskini göze almaktır...
Ama riskler yaşanmalıdır.
Çünkü hayatımızın en büyük riski, hiç risk almamaktır.
Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden korunabilir ama büyüyemez, sevemez, değişemez, hisse-demez, öğre-nemez.
Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken, bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder.
Sadece; riski göze alabilen kişi hürdür. İnsanın fikrÓ özgürlüğü, yaşamının vazgeçilemez bir kaynağıdır.
O nedenle özgürlüklerinizden taviz vermeyin.
Ama zamanı geldiğinde inandığınız konularda risk almaktan çekinmeyin.
İyi pazarlar...
TEŞEKKÜR
Geçen pazar, “Foça” ile ilgili duygularımı paylaşan çok sayıda “Foça Sevdalısından” ileti aldım. İlgilerine çok teşekkür ederim...

ERTAN ÜLKÜ ertanulku@hotmail.com

BAKIŞ SÖZÜ


Kim ateşle yürüyecekse alevi görmelidir...
ANONİM