Gündemim değil ama, ‘yaz’ diye çok ısrar edilince dayanamadım. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün amacı da, etkinliklerinin içerikleri de çok farklı ama, adı kadın olunca, iş getirilip erkeklerle ilişkiye, ilişkilerine ya da beklentilere dayandırılıyor.
Oysa yanlış!
Her erkeğin hayatında en az iki kadın vardır: Anne ve eş...
Sayı daha da artabilir. İkinci eş, halalar, teyzeler, anneanne, babaanne gibi...
“Kadının Adı Yok” söylemine katılmıyorum. Ne demek şimdi bu?
Yani, toplumda ezilen kadın var da erkek yok mu?
Dayak yiyen, şiddete maruz kalan kadın var da erkek yok mu?
Biliyorum, kızacaksınız...
İçinizden, “Hiç yakıştıramadım” diyen de çıkacaktır.
Ama 8 Mart ya da başka bir tarihin, “Kadınlar Günü” olarak kutlanmasına karşıyım.
Tıpkı, 14 Şubat’ın “Sevgililer Günü”, mayısın ikinci pazar gününün “Anneler Günü”, haziranın üçüncü hafta sonunun “Babalar Günü” olması gibi...
Bir kadın...
Kim olursa olsun, anne, eş, sevgili, nişanlı, komşu ya da patron...
Dünyanın bu en kutsal varlıklarına; saygıyı, sevgiyi, ilgiyi, çiçeği, hürmeti, makamı yılda bir kez mi uygun görüyorsunuz?
Ayıplıyorum hepinizi...
* * *
Bizim Banu Şen, haftalardır erkeklere taktı.
Zeki erkek aldatmazmış!
Yani aldatan ya da kaçamak yapanların hepsini aptal ve geri zekalı yaptı...
Evde televizyon kumandası için kavga çıkarırmışız, maç günleriymiş, oymuş, buymuş...
Okurken bir erkek olarak bu kadar aşağılanmaya razı olmamam gerektiğini düşündüm.
“Hadi git işine” diyeceğim ama, hem yakışmayacak, hem de “kızım gibi...” 8 Mart’ı fırsat bilip, birkaç satır da ben yazmak istedim.
* * *
Tanıştığınızda her genç kız ya da kadın çiçek gibidir.
Narindir, mis gibi kokar, bakımlıdır, hayat dolu, cıvıl, cıvıldır.
Evlendikten sonra, o çiçek olur kaktüs!..
Bırakın mis gibiyi, 80 derece limon kolonyası bile kokmaz.
O güzelim, pürüzsüz cilt gider. Yanıbaşınızdaki koltukta ya da yatakta, yüzüne binbir çeşit krem sürmüş, kireç gibi bembeyaz, yağ içindeki yüzüyle ya oturur ya da yatar.
O tutmaya doyamadığınız pamuk gibi eller, ojeli tırnaklar gider, ağaç kabuğu kadar sert elleri tutup da, “Ne oldu” diye sorduğunuzda basar fırçayı:
“Ah ben böyle miydim? Sen beni bu hale getirdin herif!..”
Suçlu siz olursunuz...
Ya akşamları...
Pazartesi Ezel...
Salı-çarşamba-perşembe-cuma; Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü, Canım Ailem, Parmaklıklar Ardında, Hanımın Çiftliği, Gönülçelen, Benim Annem Bir Melek ve diğerleri...
Yerinden kıpırdasan “Oturrrr!..”, canın sıkılıp evde dolaşsan, “Nereye gittin”, birşey sorsan, “Sus, şimdi sırası mı?”
Bunları görmezden gel, neymiş, hafta sonu birer buçuk saatten iki günde toplam üç saat maç seyrettin diye bir ton tafra!..
Daha sayayım mı hanımlar?
40 yaşına gelip de kendini hala genç kız sanıp, selülitli bacaklarla mini etek giyme sevdasını, yaş ilerledikçe, nedense marifet ya da bir şey ispatlamak istercesine açık göğüs dekoltesi merakını...
Bunlara hiç girmek bile istemiyorum...
Yani, yok aslında birbirimizden farkımız, çünkü kadın-erkek hepimiz insanoğluyuz..
Şikayeti bırakıp, birbirimizi sevelim.
Sevgilim, aşkım, hayatım...
Bebeğim, canım, cananım...
Kadınım... Erkeğim...
Meleğim... Güzelim... Yakışıklım...
Gelin bu sözlerle 8 Mart’ı kutlayalım...
NOT: Yazımdaki erkek şikayetleri, çevremdeki arkadaşlarımdan, dostlarımdan derlenmiştir. Benim, çok sevdiğim sevgili eşim Meltem Hanım’dan şikayetim yoktur. Olamaz da...