04.02.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:
Zülfü Livaneli
Devlet tanımında yanılmayalım:
Devlet, halkın üstüne gökten zembille inmiş bir kutsal güç değil, halkın ödediği vergilerle masrafları görülerek, onun hizmetini yürüten bir görevliler grubudur.
Çağdaş demokrasilerde halkın ve devletin, üstlerine düşen görevi aksatmadan yerine getirmesi gerekmekte.
Uyum sağlamanın ve ülkeyi iyi yönetmenin başta gelen koşulu bu.
Demokratik düzenlerini, hukuk ve kültür temeli üzerinde yükseltmiş olan ülkelerde, halkın da devletin de derin bir görev bilinci içinde olduğunu görüyoruz.
* * *
HALKIN temel görevleri; yasalara saygılı olmak, vergi ödemek, askerlik yapmak, bir savaş durumunda ülkesi için çarpışmak, verilen emirleri uygulamak maddelerinde özetlenebilir.
Buna karşılık devletin görevi de ulusun iyi yönetilebilmesi için gerekli yasaları çıkarmak, bunları günün değişen koşullarına göre yenileştirmek, ülkenin sınırlarını korumak, içte güvenliği sağlamak, halkın sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarını düzenlemek, ülkenin itibarını korumak noktalarında yoğunlaşır.
Devletin ve halkın görevini yaptığı ülkelerde uyum vardır.
* * *
TÜRKİYE'deki duruma bir de bu açıdan bakalım: Halk, üstüne düşen görevleri iyi kötü yerine getiriyor: Vergi veriyor, çocuklarını askere gönderiyor, Güneydoğu Anadolu'da şehitler bırakıyor ve devlete saygı göstererek yaşıyor.
Oysa bu konuda devletin karnesi hiç de düzgün değil: Halkın ödediği vergileri harcayarak, kendisine halkın üzerinde, adeta bir Hindistan kastı gibi saltanat kuran devlet halkın hiç bir sorununu çözemiyor.
İnsanlar hukuka güvenmiyorlar. İç güvenlikleri yok. Sınırları korunamıyor. Bu devletin pasaportuyla yabancı ülkelere gittikleri zaman kötü muamele görüp, itilip kakılıyorlar.
Sağlık hizmetleri çözülememiş. Hastane kapılarında horlanıyorlar. Eğitim derseniz, o da ayrı bir felaket.
Şehirlerimiz kokuyor, trafik berbat. Elektrik ve su gerektiği gibi verilemiyor.
Bir de üstüne üstlük, devlet denetim dışı kalmak istiyor. Devlet içinde yuvalanmış kişilerin işledikleri insanlık dışı suçların görmezden gelinmesini, hesap sorulmamasını buyuruyor.
Bu korkunç haksızlığın üstünü örtmek de ancak böyle mümkün olabilir.
Görevini iyi yapan ve halkına karşı yüzü ak olan bir devlet, denetimden kaçmaz, istenilen her hesabı verir.
Ama bizim devlet, sürekli fedakarlık istediği ve asgari yaşam koşullarını sağlayamadığı halktan ürkmekte ve bunun için bir baskı rejimi oluşturmaktadır.
Halkın parasıyla alınan son model lüks mercedes konvoyları, özel uçaklar, helikopterlerle dolaşan, havaalanlarında yüzlerce kişiyle karşılanan devlet büyükleri, bu ülkenin gerçek sahibi olan halkın arasında bir sömürge valisi gibi dolaşıyorlar. Kazara bu devlet büyüklerine yaklaşmak gafletinde bulunan halk ise, aynen bir müstemleke halkı gibi itilip kakılıp yerlerde sürükleniyor.
Oysa o insanlar bu ülkenin gerçek sahipleri. Savaşlarda kan döken, zaten yetmeyen iki lokma yiyeceğinden kesip devlete vergi ödeyen, çöplüklerden ekmek topladığı halde "Allah devlete millete zeval vermesin!" kanaatkarlığı içinde yüzyıllardır o cepheden bu cepheye sürülen insanlar bunlar.
Allahü Ekber dağlarından Galiçya'ya, Kanal'dan Sakarya'ya, Anafartalar'dan İnönü'ye kadar bütün savaşlarda ön safta çarpışanlar bu çocukların babaları, dedeleri.
Köyleri yakılıp, yerlerinden yurtlarından edilip, kör boğaz nafaka uğruna çöplüklerden ekmek toplayanlar da bu ülkenin yurttaşları.
* * *
DEVLET görevini yapamıyor.
Bizi itibarlı, güvenli, çağdaş bir halk olarak yaşatmayı ve hukuku üstün kılmayı beceremiyor.
Ve işin en acısı bu durumu kabul etmiyor, görmek istemiyor.
Bir sorunu görmezden gelerek nasıl çözebilirsiniz ki!