Kim derdi ki, haritada birbiriyle aynı enlem-boylamda bile olmayan iki ülke, Libya ile Türkiye denizde komşu olacak ve imzaladıkları deniz ekonomik sahaları birleştirme anlaşmasıyla Mavi Vatanlarına sahip çıkacaklar.
Sonuçta, iki ülkenin denizcileri, Barbaros Hayreddin Paşa veya gerçek adıyla Hızır Reis’in torunları değil mi? Kimin aklına geldi ise, kim bunu diplomatik kanallardan yürütüp, uluslararası bağlayıcılığı olan bir anlaşma haline getirdiyse, onlara şükran borçluyuz. Her geçen gün bir başka ülkenin bu anlaşmaya karşı çıkması ile bir kere daha anlıyoruz ki, iki ülke arasında yapılan 27 Kasım 2019 tarihli, resmi adıyla “Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması” bir yeni yüzyıl anlaşmasıdır ve Türkiye’nin de Libya’nın da geleceğini şekillendirecek, ikisinin de mavi vatanına kimsenin dokunmasına izin vermeyecektir.
Ancak şu var ki, bu mutlu gelecek, yani anlaşmanın yaşaması iki koşula bağlıdır:
Birinci koşul, Libya’da, Birleşmiş Milletler’in tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (LUMH) devam etmesi ve ülkenin doğusunu işgalde tutan ABD vatandaşı, terörist Halife Hafter güçlerinin yenilerek, Libya’nın toprak bütünlüğünün, yeniden siyasal istikrar ve iç barışa kavuşmasının sağlanmasıdır. LUMH, şu anda BM Genel Kurulu’nda sağlanan oy çokluğu, Türkiye’nin sağladığı askeri ve siyasi destekle ayakta durmaktadır. Türkiye ile imzaladığı ekonomik bölge anlaşmasına, sadece işgalci Hafter ve onu destekleyen milletvekilleri karşı çıkmamış; ABD, Yunanistan, Rusya, Kıbrıs Rum Kesimi, Malta, Fransa, Almanya, İtalya, İsveç, Sırbistan, Suriye, Arap Birliği, Avrupa Birliği de LUMH’nin anlaşmayı imzalama yetkisi olmadığını öne sürmüşlerdi.
Şimdi bu kervana, İsrail de katıldı. Türkiye ile Libya, 3 Ekim’de anlaşmanın sağladığı imkanları somut eyleme dönüştüren yeni bir adım daha atarak, “Karada ve denizde bilimsel, teknik, teknolojik, hukuki, idari ve ticari işbirliğinin geliştirilmesini öngören mutabakat anlaşması” isimli belgeyi imzaladı. İsrail devlet kurumu olan Kudüs Strateji ve Güvenlik Enstitüsü Başkan Yardımcısı Albay Dr. Eran Lerman, bu ikinci anlaşmayı irdeleyen bir yazı yazdı ve İsrail hükümetini, Türkiye’nin Akdeniz üzerindeki iddialarından vazgeçmesini sağlamak için harekete çağırdı. İsrailli albayın hareket noktası, Sevilla Haritası diye bilinen saçmalıktır.
İspanya’da Sevilla Üniversitesi’nde bir profesör 2007’de, karşılıklı kıta sahanlıkları ve ekonomik bölgelerde ortadan geçen çizginin esas alınmasını savunan bir görüş ortaya attı. Yunanistan ile Kıbrıs Rumları, bu görüşe sarıldı ve mesela Kadıköy’den küçük Meis adasının Türkiye ile eşit kıta sahanlığı ve ekonomik bölgesi olması gerektiğini savundu. İsrailli uzman, şimdi bu görüşü savunarak, Türkiye’nin 150 bin kilometrekarelik bir alanı olabileceğini öne sürüyor. “İkinci Sevr” olan bu anlayışı reddeden Türkiye, Libya anlaşması ile bu görüşleri çöpe attı; tartışmaları bitirdi.
Türkiye’nin 1,5 milyon metrekare Mavi Vatan anlayışının iki şartı var demiştim. İkinci şart, bu anlayışın, kendisini Türkiye’nin bir parçası sayan herkes, her parti, her kurum, her STK tarafından paylaşılmasıdır. Bu listeye, geçen hafta, Libya’ya giderek, anlaşmayı reddeden terörist Hafter ile görüşen milletvekilinin partisi de dahil olmalıdır.