İçinden geçtiğimiz bu afet döneminde, işini yapmayan inşaatçı-kamu kurumu-denetçi üçgeni kadar bir başka sürecin daha, onlar kadar tehlikeli olduğu ortaya çıktı: sosyal medya.
Internet-tabanlı iletişimin, kitle haberleşmesinde bir devrim olduğunu, 1980’lerin sonlarından beri ifade eden birisiyim; ama bu işin bu kadar zararlı, bu kadar ölümcül olabileceğini tahmin etmedim; edemezdim.
Tıpkı bir binayı yapıp satacak iş insanı, ona plan-proje ile hesaplarıyla bu imkânı kazandıran teknik elemanlar ve nihayet onların hesaplarını ve işini kamu adına denetleyenler hakkında yasa-yapıcıların gösterdikleri (temelsiz) iyi niyet gibi, benim de aralarında bulunduğum çok sayıda iletişimci, halkın haberleşme işine doğrudan katılmasının iyi olacağı kanısını besliyorduk. Hatırlarsanız, ünlü yayın kurumları “yurttaş gazeteci” kavramını geliştirdiler; kendi ülkelerinden ve başka ülkelerden muhabir gibi haber ve fotoğraf sunacak kişilere çağrı yaptılar. Bu “yurttaş gazeteci” takımı, bir süre sonra verdikleri haberlerin bu ünlü yayın kurumlarının teyit etme mekanizmasına takıldığını, bazen değiştirilerek yayınlandığını, bazen hiç yayınlanmadığını öne sürdüler ve işte o noktada, olan oldu: Haber derleme, kendisine verilen bir ipucunun takip edilerek, ortaya doğru bir haber metni çıkartmak için gerekli eğitimi almamış kişiler, kendi kendilerini muhabir, haber yazarı ve editör rollerine tayin ettiler çünkü artık ellerinde sosyal medya denen platformlar vardı. Sen resim çektin, ben haberi yazdım; amcamızın oğlu da kurduğu Web sitesinde bunu yayınlar oldu! Böylece şu kadar yıl bu işin eğitimini görmüş, bu işi yaparak, kurumsal deneyim ve sorumluluk kazanmış gazetelerin, radyoların ve televizyonların yerini bir anda bu üçlünün “haber sitesi” veya YouTube kanalı, Twitter, Facebook, Instagram profili alıverdi.
Geleneksel medyanın “yalan” haber yazmadığı, bu yayın kurumlarında yayınlanan her şeyin doğru olduğunu söylemek istemiyorum. Böyle olsa idi, her ülkenin adalet mekanizmasında özel amaçlı yasalar ve özel görevli mahkemeler olmazdı. Bu yasalar ve mahkemeler, geleneksel medyanın denetimini ve kamuoyu güveninin devamını sağlıyor. Sosyal medyanın denetimi, Türkiye dahil bir çok ülkede ancak son bir-iki yıl içinde bir denetim mekanizmasına kavuşturulmak istendi. Bunun ABD, AB ülkeleri hatta bu ülkeler kadar müsamahalı olmayan denetim sistemlerine sahip Rusya, Çin, İran gibi ülkelerde bile sağlanabildiğini söylemek mümkün değil.
Son 15 gün içinde sayısız örneklerini görmüş olmalısınız; Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi 850’ye yakın sosyal medya “haber” metninin ya kasıtlı yalan ya da dikkatli bir habercinin ve editörün elinden çıkmadığı için yanlış olduğunu belirledi. Bunların en çok bilinen örneği Kahramanmaraş ve Hatay’da barajların patladığı ve suların bölgeye yayıldığı iddiası idi. Yalan habere ağır cezalar verilmesi fikrine karşı çıkanlar, “Haber adam öldürür mü?” diye sorarlardı.
Bu haber adam öldürdü! Yarseli Barajı’nın taşan sularının üzerine gelmesi ihtimali olan bir ekip enkazda belirledikleri kişileri çıkartma çalışmasına ara vererek bölgeyi terk ettiler; haberin doğru olmadığı anlaşılınca dönerek çalışmalarına devam ettiler. Ama enkazda belirlenen canlı kişiler artık nefes almıyorlardı.
6 Şubat Depremleri, ülkemize bir deprem kültürü getirecek ve inşaat kavramlarımızı kökten değiştirecekse, bunun, sosyal medyada sorumlulukları belirleyen yasanın daha uygulanır hale getirilmesi ile de sürdürülmesi gerekir.