ABD Başkanı Donald Trump’ın, Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren konularda Obama’nın ağzının iki tarafından konuşmasının tersine, bakanlarını, CIA ve GenelKurmay başkanlarını harekete geçiren tutumu, elbette ülkede memnuniyetle karşılanıyor. Ancak “doğrudan ilgilendirme” kavramı, biraz açıklamaya muhtaç.
Söz gelimi, Filistin topraklarındaki savaş veya barış, Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bir konu değil midir? Ya da İran’ın himayesindeki Şii militanların, Suudi Arabistan’ı uzun menzilli roketle tehdit etmesi?
Bu çerçevede, yeni ABD Başkanı’nın Kudüs’ün tartışılacağı Netanyahu görüşmesinden önce, “Bir devlet, iki devlet.. Her ne ise ben bu devleti seviyorum!” diye zevksiz kafiyelerle şakalar yapması, Türkiye’yi ve bölgeyi yakından ilgilendiren bir konudur.
Trump’ın kendisine bir ulusal güvenlik danışmanı bile bulamıyor olması, Beyaz Saray’daki kaos, basın toplantılarındaki tiyatro, Fox ve Wall Street Journal dışındaki (ki ikisi de Rupert Murdoch’a aittir) gazetecilerle adeta kavga etmesi, bizi Trump’ı gidici sayma veya tamamen niteliksiz görme eğilimine itmemeli. Trump, bu görüntüye rağmen, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile çok sıkı bir Orta Doğu barışı pazarlığı başlatmış bulunuyor.
Obama, bizzat sebep olduğu Fetret (Bunalım) devrinin sonuna doğru, İsrail’i köşeye sıkıştıran ve kapsamlı bir Orta Doğu barışı için önemli iki adım atmayı nasılsa başarmıştı. Ancak bu adımların atılmasındaki taktik eksikliği, girişimini tümüyle etkisiz kılmıştı.
Bir Filistin barışı, BM’nin yıllar önce aldığı bölgede biri Musevilere diğeri Müslümanlara ait iki devlet kurulması kararıyla sağlanabilir; ancak bu çözüme imkan hazırlayacak olan önce İsrail ile bölgedeki bütün Arap komşuları arasında, adil ve mevcut sınırlara saygılı bir barıştır. İsrail ile Körfez ülkelerinin arası düzelmeden, İsrail’in güvenlik kaygıları karşılanmış olmaz; bu karşılanmadan İsrail yöneticilerini, yeni bir “Arap devleti” yaratmaya ikna etmek mümkün değildir.
Zor bir barış için başka bir zor barışı ön şart olarak ileri sürmek ise, sonuçta zorlukları katlamaktan başka bir şeye yaramaz gibi görünüyor. Genel Arap-İsrail barışı için atılacak önemli adım, İsrail’in Filistin’e ait topraklara, işgal altında tuttuğu yerlere yeni mahalleler kurarak ve bölgenin nüfus dengesiyle oynayarak sürdürdüğü yayılma siyasetine son vermesidir. Obama, BM’nin bu konudaki kararını veto etmeyerek, İsrail’in gerçeği kavraması için gerekli tokadı atmış oldu. Ancak bu tokat hem geç geldi hem de Trump’ın üç gün sonra devralacağı iktidarında bu kararları geri çevireceğini söylemesiyle tamamen etkisiz hale düştü.
Daha sonra yapılan açıklamalar gösterdi ki, Netanyahu, ABD’nin “genel barış” ısrarını anlamış görünüyor. Ancak Netanyahu bu genel barış için adımın, İsrail tarafından, Filistin’de atılmasını ve yayılmacı siyasetine son vermesini gerektiğini anlamazlıktan geliyor.
ABD Başkanı Kudüs’ün geleceğiyle ilgili pazarlığı başlatmış oldu. Lakin lafa “Bir devlet, iki devlet.. Her ne ise...” zevzekliğiyle başlarsanız, bu pazarlığı
sonu gelir mi?