Kimseden terörle nasıl mücadele edileceği dersi almaya ihtiyacı olmayan bir ülkeyiz. 1978 yılından beri, çantasından ABD yapımı MK3 el bombası çıkan ilk terörist Mahsum Korkmaz’dan bu yana, hemen hemen bütün AB ülkeleri, Rusya’dan Çin’e dostumuz olan, olmayan bütün ülkelerin desteklediği PKK ile mücadelede Türkiye’nin kazandığı deneyim, taktik beceri ve ustalık başka ülkede yok dersem, bunu milli bir övünme saymayın.
Gideon Levy’nin Haaretz isimli İsrail gazetesinde yayımlanan, “Biz onların su kuyularını bile yıkıyoruz” başlıklı makalesini okurken, hiç kimsenin Türkiye’ye 45 yılda böyle bir ayıp, böyle bir insanlık dışı şer, böyle bir kötü ruh, böyle iğrenç bir rezalet atfetmediğini hatırlamamak elde değildi. Levy, zaten güçlü olan kalemini, kendi ülkesinin, kendi güvenlik güçlerinin güya “Filistinli terörü” ile mücadele adına işledikleri “su kuyularını yıkma” kepazeliğini anlatırken belli ki büyük bir öfkeyle kullanıyordu:
“Çimento mikseri, su kuyusuna gürültülü şekilde akan grimsi sıvıyı adeta kustu. Orada nöbet tutan askerler, bu şeytani planı yapan mülki idare çalışanları, bunu gerçekleştiren işçiler ve rızkının sonsuza dek kesildiğini izleyen Filistinli köylüler bu olaya tanık oluyordu.”
İsrail, resmi silahlı kuvvetleriyle, bütün dünyanın gözünde “askeri eylem” sayılan Arap topraklarını işgaline karşı koyan toprak sahiplerinin direnişini “terör” sayıyor; hiçbir ülke de bunun terör değil, aleni bir direniş olduğunu söylemiyor. “Terör” dediğiniz zaman buna engel olmak için İsraillilerin her yaptığı, her türlü icraatı otomatik olarak meşru görünüveriyor. İsrail “terörist” diye damgaladığı kişilerin, eylemle hiçbir ilgisi olmadığı halde, ailesinin evini, iş yerini, tarlasını, bahçesini yakıp yıkma ve bombalamayı terörle mücadele sayıyor. ABD’sinden AB’sine, Rusya’sından Çin’ine, “uygar dünya” bu misillemeyi hiç itirazsız kabul ediyor. Çünkü “İsrail terörle mücadele ediyor.” Kimse, terörist denilen bu kişilerin, İsrail’in silahlı işgaline karşı meşru direniş olduğunu dile getirmiyor.
ABD’nin 1980’lerde BM daimi temsilcisi iken kime ait olduğu bilinmeyen “Senin teröristin başka birisi için özgürlük savaşçısıdır!” sözünü tekrar ederek epey bir gürültü kopartan Jeane Kirkpatrick’in haklı olduğu bir taraf vardı: Ancak meselenin sadece çıkar boyutuna indirgenmemesi gerekiyor. Velev ki Filistinli direnişçilerle mücadelesi terörle mücadele bile sayılsa, İsrail’in yapmaması, başvurmaması gereken çok şey var.
Bir büyük gazetenin kıdemli yazarı olan Levy, kendi ülkesinin terörizmle mücadele adı altında yeni uygulamaya koyduğu “teröristin köyündeki tüm su kuyularını beton dökerek tahrip etme” uygulamasını öyle ağır ifadelerle tanımlıyor ki zerresi kendisi için reva görülen bir hükümet, bir devlet, uygar hiçbir bireyin saygısını bir daha kazanamaz. Gerçekten de Levy’nin ifadesiyle, “İşgal altındaki topraklarda en alçak ve vahşi suçları işleyen İsrail bile, daha önce su kuyularını yıkmayı aklına getirmemişti!”
Getirdi ama. Çünkü İsrail hiçbir zaman gerçek bir demokrasi olmadı; o topraklarda hiçbir zaman insan haklarına saygı diye bir düşünce var olmadı. İsrail’in yaptığı terörle mücadele değil, terörizmdir.