Bütün komşularımızda adil ve serbest seçimler yapılsa… Dünya cennet olsa…
Milli Savunma Bakanımız Yaşar Güler, önceki gün Reuters yayın kurumuna yazılı bir demeç verdi. Tümü itibariyle demecin, Türkiye’nin NATO sorumluluklarından tutun Şanghay İşbirliği Örgütü ve BRICS üyelikleri ile NATO üyeliğinin çelişmediğine, F-16 uçakları siparişinden, modernleştirme paketlerine, Türkiye’nin F-35 programına dönmek isteğinden Suriye ile normalleşme görüşmelerine kadar çok kapsamlı (ve hatta biraz da akademik tonda) olduğunu görüyorsunuz.
Ne var ki, medyanın kendine göre kamuoyunun ilgisi açısından önemli gördüğü noktaları öne çıkartma tutumunun bir sonucu olarak, içerde ve dışarda demecin Suriye-Türkiye ilişkileri manşetlere taşındı. Her yayın organı kendi meşrebine göre bir cümleyi tutup, bağlamından kopartıp öne çıkarttı.
Eski Genelkurmay başkanımız olan Sn. Güler, ana fikir olarak “normalleşme çalışmalarının bakanlar düzeyinde ele alınacak olgunluğa eriştiğini” söylüyordu. Ulusların ilişkilerinde açık kapılar sonuna kadar açılmaz; sıkışıldığında başvurulabilecek rezerv alan bırakmak için şartlar, uygun koşullar gibi, eskilerin diliyle “mülahazat haneleri” bırakılır. Nitekim Bakan Güler de demecinde, bakanlar düzeyinde çalışmalar için davet çıkarırken, “uygun koşullar oluştuğu takdirde” ifadesini kullandı.
Uygun koşullar çok önemli ise önce onlar zikredilir. Oysa Sn. Güler, Suriye’de olmasını istediğimiz gelişmeleri hatırlatma babında, bir tali unsur olarak, Türkiye’nin evvel-eski beklentilerine gönderme yaptı. Ama medyanın niyeti başka olunca işler değişiyor. ABD elini çabuk tutup, Suriye ve Irak’ı üçe bölerek, burada bir sözde Kürt (gerçekte PKK) devletçiği kurdurmasından önce, bir an önce, hemen, derhal, şimdi, Suriye’nin toprak bütünlüğünü garanti altına alacak adımın atılmasını istemeyenler demecin içinden cımbızla bu “şart” cümlesini çekti ve başlığa taşıdı. Ülkemizin savunma aygıtının başındaki şahsın demecini tevil etmeye çalışmıyorum. Kanımca, demeçte, “ehem” ile “mühim” ayrımı daha belirgin olsa idi savunma ve diplomasi aygıtlarımızın niyetine uygun bir anlayış ortaya çıkar, “Türkiye eski şartlarına döndü” tarzında yorumlar yapılamazdı.
Türkiye’nin Suriye’ye müdahale ettiği günden beri değişmeyen ilkeleri şunlardır:
1. Türkiye, Suriye’de eski Osmanlı topraklarını ihya etmek gibi bir gizli niyet taşımıyor. (Bunu çok iyi bilmesi gereken, Suriye’nin başındaki şahıstır.)
2. DAEŞ diye bir tehlike varsa bile, bu Türkiye açısından bir günlük meseledir; PKK’nın uzantılarına tanklar-toplar, hava savunma sistemlerine sahip bir ordu kurdurtmayı gerektirmez.
Sık sık ağzından kaçırdığı “sırlarla” gündeme gelen, ABD’nin Irak ve Yugoslavya bombardımanlarında komutanlık yapmış olan emekli albay Douglas Macgregor, katıldığı bir Youtube yayınında, önceki gün, İsrail-İran-Hizbullah çatışmasının getireceği bölgesel savaşın “an meselesi” olduğunu ifade etti; Türkiye’nin de bu savaşa katılmasının kaçınılmaz olduğunu söyledi. Amerikalı komutan, “ABD’nin Türkiye’ye karşı Suriye’de PKK ordusunu hazırladığını, bu ordunun Türkiye’nin Suriye’de ve İsrail’le karşı karşıya gelmesine hizmet edeceğini” söyledi.
ABD’nin, PKK lideri, bebek katili Abdullah Öcalan’ın manevi çocuğu Abdi Şahin’in (Mazlum Kobani, Ferhat Şahin ve Şahin Cilo olarak da biliniyor) komutasında bir ordu hazırladığının, amacın Türkiye’yi bir savaşın içine çekmek olduğunun bundan daha yetkili bir ağızdan açıklanmasını mı bekliyoruz?
Bu itiraf, yukarıdaki iki ilkeye bir üçüncüsünü eklemeyi zorunlu kılıyor:
3. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’yi bölgesel bir savaşın dışında tutmak çabasının gereği, anayasa-seçim demeden, Beşar Esad’ı tabir yerinde ise masaya sürüklemek şarttır.
Bu onun ülkesinin geleceği için de bizim barış ve güvenimiz için de şarttır.