Üstat Güneri Cıvaoğlu’nun 2 Kasım 2019 tarihli “Kamışlı ‘kök’tü” başlıklı yazısını okuduğunuzda, İngiltere ile Fransa arasında 1916 tarihinde varılan Skyes-Picot Anlaşması ile çizilmiş olan bugünkü Orta Doğu haritasının ABD tarafından nasıl düzeltildiğini ve bu tashih işleminde yerel şartların ne yönde ve nasıl etkili olduğunu görüyorsunuz.
Aslında Irak’ı Fransa’ya, Suriye, Lübnan ve Ürdün’ü İngiltere’ye veren bu anlaşma, bölgede petrolün varlığını gizlice keşfeden İngiltere’nin Fransa’ya attığı muhteşem kazıkla daha uygulanmadan “düzeltilmiş” idi. Şöyle ki: İngiltere, bölgede bir Yahudi devleti kurulması ve petrolden pay verilmesi halinde ABD’nin burnunu Orta Doğu’ya sokacağını tahmin ettiği ABD’yi oyuna dâhil etti.
Nitekim ABD bölgeye balıklama atladı: hem petrol hem de bir Yahudi devletinin hamiliği Cumhuriyetçi Parti’ye uzun yıllar iktidarda kalma kapısını açıyordu. Öyle de oldu; Kennedy ve Carter gibi kişisel karizması ile seçim kazananları dışında ABD’li demokratlar bir daha Beyaz Saray’ın içini göremediler. ABD bu oyunun liderliğini İngiltere’nin kaldığı yerden devralmadı: Bölgeye bir Ermenistan, bir de Kürdistan katmak üzere ta 1920’de kolları sıvadı. Bu kısmen o zamanki Başkan Woodrow Wilson’ın İstanbul’da Henry Morgenthau diye bir büyükelçisi, büyükelçinin de Hagop Andonian diye bir kâtibi olmasından kaynaklanıyorsa da*, emperyalizm aşamasına adım atmış olan ABD kapitalizmi petrolü milliyetçi Arapların eline, İsrail’in kaderini de Müslümanların insafına bırakamayacağı kanısındaydı. Bu kapitalizmin anaparası, ABD’li Musevilerindi ve daha İsrail kurulmadan, Yalta’da, ABD-Rus-İngiliz liderleri İsrail’in güvenliğini konuşuyorlardı.
İngilte-re’nin Orta Doğu tasarımında yapılan ikinci düzeltme yerel şartlardan kaynaklandı. Ermenistan konusunda bir terslik çıkmadı; o zamanki Sovyetlerin de “gayretleri” ile (Sevr’in eklerindeki Wilson haritasında olduğu gibi) Trabzon’u, Sivas’ı içine alan bir Ermenistan kurulamadı ise de sonuçta arzu edilen devlet gerçekleştirildi. Kürdistan konusunda ise terslik üstüne terslik çıkıyordu. İlk sorun, Wilson’ın Kürdistan’ına Anadolu’nun yarısı verilirse, yeni Türkiye’nin müttefik olarak ABD ile artık hasım haline gelmiş olan Sovyetler Birliği’ne karşı nasıl bir caydırıcı değeri olabilirdi? Ayrıca Sovyetler ellerini çabuk tutmuşlar ve yeni Kürdistan’ın tabii kurucusu olarak görülen Irak’taki Kürt liderlerden Molla Mustafa Barzani’nin de katıldığı 1946 yılında SSCB’nin desteğiyle İran’da Mehabad’da ilan edilen Kürt Cumhuriyetinin kuruluşunda önemli rol almıştı. Gerçi daha sonra ABD müttefiki olmuş ve hatta hayatı sürgünde, ABD’de Washington’da ölmüş ise de bir türlü ABD’nin istediği devleti kurmamış, kuramamıştı. ABD, Sovyet tehdidi ile NATO ortağı yaptığı Türkiye ile stratejik müttefik ilişkisini sürdürdüğü sürece de bu devlet kurulamazdı.
Bu şartların bir “Kürdistan” için nasıl olgunlaştırıldığını irdelemeye, devam edelim.
* Ayrıntılar için Prof. Heath W. Lowry’nin “The Story Behind Ambassador Morgehthau’s Storyadlı eserine başvurulabilir.