ABD siyasetini anlaya- bilmek için olayların dış cephesine bakmak yanıltıcı olur. İstanbul Boğazı gibi, yüzeyin altında birbirinin üstünde iki akım vardır ve bu akımların nitelikleri, bizdekinin tam tersine adlandırılmıştır.
Baştan alalım: Tek parti döneminde Menderes-Bayar hareketi parti ismi olarak “demokrat” kelimesini seçti. Böylece merkezdeki seçkinci, laik siyasal düşünce o güne kadar siyaset halkalarının kenarında kalmış, çoğu okuryazar, aydın sayılmayan, çoğu günlük yaşamını dinsel inançlarına göre sürdürmeyi ve bunu çocuklarına öğretmeyi hayatının gayesi yapmış geniş kitlenin paylaştığı geleneği bu kelimeyle isimlendirdi. Zamanla buna “muhafazakâr” sıfatı da eklendi; Özal zamanında bu ismin önüne arkasına “liberal’ kelimesi konuldu. Ama bu siyasal geleneğin adı değişmedi.
ABD’ye bu çerçeveden bakınca yanılırız. Orada “demokrat-liberal” bizdekinin tam tersine asla muhafazakâr olmayan, sol eğilimlerin çoğunu içinde barındıran, merkez aydınlarının etiketidir. Cumhuriyetçi Parti’nin seçmeni ise bizdeki demokrat-muhafazakâr-liberal ve taşralı, çalışan çoğunluğa benzer.
2016 seçimleri öncesi bir ankette Cumhuriyetçi Parti adaylığını garantileyen Donald Trump’ı beğenenlerin çoğunluğunun üniversiteye gitmemiş ve hatta liseyi bitirmemiş olduğu görülmüştü. Nitekim demokrat-liberal eğilimiyle bilinen, “aydın gazetesi” sayılan New York Times ve Washington Post gazeteleri hemen hemen aynı başlıkla “Trump’ı az eğitimli kitle tutuyor” diye başlık attılar. Trump ertesi gün güneyde, büyük bir mitingde konuşmaya “Ey az eğitimli kitle... Sizi seviyorum!” hitabıyla başladı ve o günden sonra bunu seçim kampanyasının ana teması yaptı: Muhafazakâr, hukuk ve kamu düzeninin sarsılmasına izin vermeyen bir çoğunluk. Bu çoğunluk, elbette polis memurlarının aşırı güç kullanmasından hoşlanmaz ama polisi protesto ederken dükkânların yağmalanmasına karşı da en sert tedbirlerin alınmasını ister.
ABD’den bize yansıyan haberlerde demokratların, liberallerin, insan hakları eylemcilerinin Trump’ın orduyu düzeni sağlamak için görev çağırmasına “karşı çıktıklarını” görüyoruz ve bunu yansıtanların belki de fazla ayrıntıya girmek istemedikleri için üzerinde durmadıkları noktalardan belki de en önemlisi, Trump’ın siyasal tabanının veya onun anladığı şekliyle “milli irade” temsilcilerinin nezdinde bu tehdidin, onayla, benimsemeyle, alkışla karşılanmış olmasıdır.
Belki bize tam yansıtılmıyor ama birçok büyük kentin, Kaliforniya veya New York gibi metropollerin dışında Amerikan halkının her cuma gecesi evinin önüne devasa bir bayrak diktiğini bilmek gerekir.
Kimilerine ters gelse bile, Trump’ın protestocular tarafından yakılmak istenen kilisenin önüne gidip elindeki İncil’i havaya kaldırması, bu kitlenin kaydettiği tek olaydır. Beyaz Saray ile kilise arasındaki göstericilerin coplanarak dağıtılması, bu kitlenin umurunda bile olmamıştır diyebiliriz.
Bütün büyük kentlerde protestolar haftalarca sürse bile, “küçük kentlerde” Trump’ın “milli irade” tabanı genişliyor.