Kraliçe Elizabeth’in öne çıkan özelliği, dünyanın eli en kanlı imparatorluğunu, sevimli bir olgu haline getirmesidir. Liberal Emperyalizm ideolojisi, bugün onun şirinliği, hatta zararsız saray entrikaları sayesinde, yerini bir reformizm masalına bırakmış bulunuyor.
Bir kraliçe değil de bir kral tahtta oturuyor olsaydı, belki de İngiltere 19’ncu yüzyılın büyük bir bölümüne yayılan 250 savaşla 178 ülkede 700 milyon kişiyi egemenliği altında tutmak için döktüğü kanları bu kadar kolay gizleyemezdi.
“Bu kadar kolay” ifadesinden, bu savaşların bu ülkelerdeki bu insanlar için kolay olduğu sonucu asla çıkartılmamalı. “’Şiddet” İngiliz İmparatorluğu’nu ayakta tutan ve başka imparatorlukları yok etmesini sağlayan ana unsurdu. Bugün saraylarda, katedrallerde, pembeli-eflatunlu tüller, jübilelerle, geçit törenleri ile anlatılan “uygarlık öyküsü” gerçekte milyonlarca bağımsızlık yanlısının katledildiği katliamları örtüyor. Meşruti bir monarşide, tacı kafasında taşıyan krallar-kraliçeler böyle toplu cinayetlerin sorumlusu sayılmazlar; başbakanlar, bakanlar ve parlamentolar vardır hesaba çekilmesi gereken.
Nitekim, Kraliçe Elizabeth’in tahtta 70’nci yılı törenlerinde sokakları dolduran ve tören alayı geçerken “Churchill ırkçıdır!” diye tempo tutan on binlerce kişi bu gerçeğe işaret ediyordu. Ancak bu reddi-miras, bu kadar kolay geçiştirilemez. Sadece Kenya’da batının Mau Mau İsyanı diye hafife aldığı bağımsızlık kalkışmasında Kasım 1953’te 1,5 milyon kişi öldürüldü. İngiliz Dışişleri ve Kraliyet Hava Kuvveleri, Afrika’daki İngiliz kolonilerinden milyonlarca belgeyi, mektubu ve raporu toplayarak, Afrika’daki özgürlük hareketini kimlerin nasıl bastırdığını, emirleri kimlerin verdiğini ve Londra’daki yöneticilerin neyi bildiklerini gizlemeyi sağladılar. Yıllar önce söz verdiği halde, dünyaya uygarlık ve demokrasi meşalesi tutan İngiltere bu belgeleri hala çalındıkları ülkelere geri vermedi.
Çağımızın teselli veren özelliklerinden biri, tüllerin, şatafatlı saray ve katedral dekorların, imparatorlukların ayakta kalabilmek, sömürgelerin kerestesinin, madenlerinin Avrupa’ya ve ABD’ye aktarılmasını sürdürmek için işledikleri suçları tamamıyla örtememesidir. Bugün Amerikan üniversitelerinde Kristof Kolomb, “büyük kâşif” diye değil, büyük sömürgeci, büyük katil diye anılıyor. ABD’li General Christopher Carson, vahşi batıya uygarlık götüren efsanevi Red Kit olarak değil, Navajo milletini yok eden bir katil olarak biliniyor. Güney eyaletlerinin milli kahramanları, artık yollara, okullara adı verilen değerli kişiler diye değil, esir ticaretini sürdürmeye çalışan katil sürüsü olarak öğretiliyor.
İngiltere 19’ncü yüzyılda 250 savaşla bastırdığı bağımsızlık savaşları ile gerçekte bir sömürge imparatorluğunu sürdürmeye çalıştı. Esir ticaretini devam ettiremediler ama işi bozulan esir tüccarlarına milyarlarca İngiliz lirası tazminat verdiler.
İnsanlık gerçek jübileyi imparatorluklarının kurbanlarını anarak yapmalı.