ABD’nin Vietnam Savaşı’nı bitiren Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın bir sözü vardır. Bir ulusun, eğer milli karakteri elveriyorsa, Dışişleri’nin duvarına asılabilir, uluslararası ilişkiler okullarında ders olarak okutulabilir:
“Amerika’nın kalıcı dostları ve düşmanları yoktur, sadece çıkarları vardır.”
Yani “Dostlarımızı düşmanlarımızı çıkarlarımızın gereğine göre seçeriz” diyor.
ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı, bakanlık için adı geçtiği günden beri Türkiye için “Sözde müttefik”, “ABD’nin müttefiki gibi davranmıyor” deyip durmadı mı? Aynı Bakan, ülkesinin Afganistan’dan çekilmesini tamamladığını açıklarken, Türkiye’yi, AB ülkeleri arasında ismen zikredip, teşekkürler etmedi mi? Aynı Blinken, Türkiye’nin kendileri için “değerli bir müttefik” olduğunu sosyal medyada ilan etmedi mi?
Bunların hepsinin özeti, Kissinger’ın dokuz kelimelik düsturunda anlatılıyor.
ABD’nin sözüm ona düşünce kuruluşlarından tutun, Alman hükümeti ve parlamentosunun danışma kurumu Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü’ne kadar, asıl işleri Türkiye’yi karalamak, güçsüz göstermek olan bir yığın kurum, Türkiye’nin Mısır, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile artan görüşme trafiğini dillerine doluyorlar. Hele Alman Enstitüsü, “Türkiye ve Mısır dış politika ve ekonomi zayıflıklarının sonucu olarak birbirlerine yaklaşıyorlar” diye yazıyor.
Bir üniversitenin uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi bölümünde, birinci sınıf bitirme sınavında, “Türkiye-Mısır ilişkilerini anlatınız” diye sorsanız, “Ankara ve Kahire dış politika ve ekonomileri zayıfladığı için birbirleriyle daha sıkı ilişkiler kuruyorlar” cevabını veren olmaz. Mısır’da bir darbecinin kurduğu bir hükümet işbaşındadır. Türkiye’de ise darbe geleneğinin kahrını çok çekmiş ve buna imkân veren Silahlı Kuvvetler’in ve diğer seçkinlerin oluşturduğu vesayet odaklarının varlığına son vermiş, siyasal-sosyal reformları yapmış bir parti yönetimdedir. Bu iki yönetimin ne Kahire ne Ankara tarafında başka ülkelerle ilişkilerinde zayıflama oldu. Hatta Mısır’ın 2013 darbesinden bu yana kurduğu uluslararası ilişkilerin yoğunluğu arttı bile. Türkiye’nin bölgesel olaylara yön veren ülke konumunu tekrarlamak bile gerekmez.
Aynı şeyi BAE ve İsrail için de söylemeliyiz. Ne İsrail ne de BAE son yıllarda yoksullaşmış, yalnızlaşmış değil.
Oysa, diğer birçok başka bölge ülkesinin ikili ve çok taraflı ilişkilerindeki artışı, bu ilişkilerin ortak öğesi olan Türkiye’nin aktif barış siyasetiyle izah etmek çok daha kolay. Bu siyasetin elbette ilkeleri var; darbeye karşı olmak gibi. ABD ve AB’nin kayıtsız şartsız uşaklığını yapmamak gibi. Ama ilkeleri dengeleyen çıkarlardır. Bazen diplomasi, yanlış yerde duran, yanlış işler yapan dost ve kardeş ülkeleri uyarmak için de tek yoldur. Bu yöntemle, bir ülkeyi, sahili olduğu denizin ekonomik kaynaklarını adilane paylaşması gerektiğine ikna edersiniz, mesela.
Dış ilişkilere bakarken bu dengenin ipuçlarını aramak, şifreleri çözmeyi herkes için kolaylaştırır.