"Nakba” (Nekbe), aslı “Yevmün-Nakba” olan 15 Mayıs 1948’deki büyük felakettir. Türkiye, BM’nin kesin sınırlar çizilmeden ve gerekli güvenlik önlemleri alınmadan, Filistin vilayetinin Yahudiler ve Müslümanlar arasında paylaştırılması için kabul ettiği plana, diğer 12 ülkeyle birlikte ret oyu vermişti. (Bu ülkeleri, hangi kaygıyla ret oyu verdiğini tartışmadan, onurlandırmak için isimleri anmak isterim: Afganistan, Hindistan, Irak, İran, Küba, Lübnan, Mısır, Pakistan, Suudi Arabistan, Suriye, Yemen, Yunanistan.)
Nitekim, 1917’den o güne kadar, Filistin’i Osmanlı’nın elinden alarak Yahudiler için “ebedi yurt” yapmaya hazırlanan İngiliz işgal kuvvetleri, diğer müttefik ülke askerleri ve Kızılay-Kızılhaç ekipleri dahil, Arapları katliama tabi tutan Yahudi Siyon terör örgütleri, Irgun ve Lehi, BM kararının çıktığı an, yayınlanmasını dahi beklemeden “işgal et-öldür-evine el koy” siyasetini uygulamaya başladı. Daha sonra Nakba (Felaket) adını alacak olan bu operasyon ile 700 bin Filistinli (yani Arap nüfusun yüzde 80’i) komşu ülkelere (çoğu Ürdün ve Lübnan’a) kaçmak zorunda kalmıştı. İki yıl içinde 800 Arap köyü yakılmış, İngiliz mandası altındayken muhafaza edilmiş olan Arapça yer isimleri İbranice isimlerle değiştirilmiş ve Deir Yassin katliamı gibi 70’e yakın noktada yüzlerce çocuk-yaşlı, kadın-erkek Filistinli katledilmişti.
İngilizler bunun böyle olacağını biliyordu. Hatta kendilerini Nazilere Yahudi soykırımında yardımcı olmakla suçlayan Amerikan örgütlerine ve ABD başkanı Harry Truman’a karşı, bu “sınırları çizilmemiş paylaşım modeliyle Yahudilerin kendi yuvalarını istedikleri gibi şekillendirebilecekleri” savunmasını yapıyorlardı.
Nitekim 1967’ye gelindiğinde, Filistin Vilayetinin nerede ise yüzde 60’ı Siyon terör örgütlerinin eline geçmişti.
Siyon teröristlerinin Filistinlileri korkutup kaçırarak, kaçırtamazlarsa öldürerek topraklarına el koyma yöntemi şimdi İsrail hükumetinin BM nezaretinde uyguladığı resmi “yerleşim yeri” politikasına dönüştü ve Batı Şeria her gün azala-azala bugün 1 milyon 700 Filistinlinin sığındığı 5 bin kilometrekareye, yani Trabzon kadar bir alana indi. Gazze Şeridi, daha dar olmakla birlikte sınırları belirli olduğu için daha şanslıydı. Beykoz büyüklüğündeki bu arazide 2 milyon Filistinli sürekli abluka altında. Mısır’a bile geçemiyor, kendi sahillerinde balık bile tutamıyor, gemi yanaşmıyor. Ama belirli bir sınır bulunduğu ve silahlı terörist Yahudiler “yerleşimci” kılığında gelip sınırı aşıp, evleri ellerinden alamıyordu.
Bu genişleme veya Filistin’i Filistinlilerden temizleme siyaseti, 7 Ekim Hamas Operasyonu ile yeni bir ivme kazandı. İngiltere, Almanya ve AB bürokratlarının ABD’nin “İsrail’in kendi güvenliğini sağlama hakkı vardır” tezini onaylayarak İsrail devlet terörünün önünü açması ile Gazze’nin yarısını yok eden Netanyahu, öyle görünüyor ki, Gazze’yi de sınırsızlaştırabilmek için Hamas’ın elinde kalan diğer rehineleri kurtarma, yani ateşkes fikrinden vaz geçmiş görünüyor.
Nakba’yı tamamlamanın, yani bir Filistin devletinin kurulmasını tamamen imkansız hale getirmenin yolu, Filistinlilere ait yerlerin sınırını yok etmekten geçiyor; bunun önündeki tek engel ise Gazze’nin sınırları. Onu da yok ettikten sonra Filistin diye bir şey, sadece tarih kitaplarında kalacaktır.