Perşembe günü, Economist ve diğer batı medyasının dünyadaki gelişmeleri takip ederken kendi görüşleriyle sınırladıkları bir alanı dinlediklerini, bunun da onların gelişmelerle ilgili tahminlerini yanılttığını ifade etmiştim. Medyanın yanılgılarıyla sadece kendi okurlarına zarar verebileceğini, ancak birçok ülke liderinin de aynı yankı odasında dinleyip konuştuğunu, bunun kendi halklarına ve komşu ülkelere zarar verdiğini savunmuştum.
ABD de bence liderinin kafasını kendi yankı odasından çıkartmadığı bir ülke oldu. Oysa daha şurada 20-30 yıl önce ABD, belki size-bana göre fazla “faydacı” ama sonuçta antenleri tüm dünyaya açık bir ülkeydi. “Amerika’nın dostu-düşmanı yoktur; çıkarları vardır” ilkesi, size-bana belki bir anlamda ahlaktan uzak görünürdü ama uluslararası ilişkilerde ABD’ye muhatap olan liderlere bir yönerge, bir ipucu da verirdi. “ABD neden bize düşmanlık yapıyor?” diye sorduğunuzda, hangi noktada ABD’nin menfaatlerine zarar verdiğinizi araştırabilirdiniz.
Bu Amerika yok artık. Amerika’nın içinden sanki sahip olduğu bir ideoloji varmış da gözü kapalı, ona uygun hareket eten bir Sovyetler Birliği çıktı. Oğul Bush’la en belirgin şeklini alan bu “ideolojik Amerika”, Trump ile zirveye çıktı; Biden ile kurumsallaştı.
Afganistan’daki Rus işgalini Taliban’ı yaratarak kıran ABD, daha sonra Sovyet tehdidinden boşalan yeri bu kez Taliban’ın şahsında bulduğu yeni düşmanla, yani İslam’la doldurdu. “Teröre karşı savaş” kısa zamanda İslam’a karşı savaşa dönüştü. ABD yoğun bir kamuoyu yönlendirme kampanyası ile bunun böyle olmadığını söylemeye çalışsa bile, yetkili-yetkisiz kişilerin kimi zaman açık ifadeleriyle, kimi zaman eylemleriyle, kimi zaman satır aralarına bakarak, gerçeği görmek mümkündü.
Uluslararası eylemleri üç şekilde anlayabiliriz: Ülkelerin davranışlarını nasıl meşrulaştırdıklarına bakarız; bu eylemdeki motivasyonu (dürtüyü) anlamaya çalışırız; açıklamalarını dinleriz. Şimdi ABD, nereye baksa orada bir Müslüman ve dolayısıyla bir düşman görüyor. Bu yargının öznesi şu ya da bu şekilde kontrol altında tutuluyorsa, düşman sayılmıyor belki, ama “olağan şüpheli” sıfatından da kurtulamıyor.
Bunun birinci sonucu ABD’nin İslam’a ve bu yolla Müslüman ülkelere yeni bir şekil verme aşırılığına ulaşması, dünyaya, aralarında Fetulahçı Terör Örgütü’nün de bulunduğu oluşumlarla “ılımlı İslam” ihracatına bile kalkması. Yoksa, Türkiye’nin 70 yıllık müttefiki konumundaki ABD, daha seçimlere iki yıl varken, Türkiye’de e şekil verme organizasyonuna neden soyunsun ve bugün istediği sonucu elde edemeyince “Türkiye’de kim kazanırsa onunla çalışmaya hazırız!” gibi, çok affedersiniz, “enayice” açıklamalar yapmak zorunda kalsın?
Acı olan şu ki, iç siyasetine baktığınız zaman, ne Biden’ın Demokrat Parti içindeki rakipleri arasında, ne de Cumhuriyetçi Parti içindeki aday-adayı olması muhtemel kişiler arasında, ABD’yi bu girdaptan kurtaracak bir siyasetçi de görünmüyor. Sanırım bunun sebebi, ABD’nin kafasının, yankı odasında gereğinden fazla kalmış olması.