Çiftçi, sebze-meyve satışından, tacirden, komisyoncudan, satıcıdan daha az pay alıyor. Bu tabloyu çiftçi lehine çevirmek için çabalar var ama bir de ucuzluk sağlanabilse.
Bugün İstanbul’da sebze-meyvenin kilosu ortalama 10 lira. Peki, bu 10 liranın sizce ne kadarı çiftçinin cebine giriyor? Raporlara göre yarısı bile değil. Sadece 3 lirası çiftçinin oluyor. Bu 3 lirayla da çiftçi; mazottan gübreye, tohumdan işçiye tüm giderlerini karşılamaya çalışıyor. Paranın kalanı ise tacire, komisyoncuya, satıcıya gidiyor. En çok da satıcıya. 10 liranın 3 lirasını toprağa elini bile değdirmeden o alıyor. Bu tablo sizce de adaletsiz değil mi?
Çiftçi açısından mutlaka öyle. Ancak sistem yıllardır böyle işliyor. Aslında işleyişi tersine çevirmek mümkün. Tek yapılması gereken, tarladaki gıdayı aracısız bir şekilde sofraya ulaştırmak. Neyse ki son dönemde bunun denemelerini görmeye başladık. Özellikle yerel idareler, hatta Bursa’da bizzat İl Tarım Müdürlüğü üretici pazarları açarak, tüketici ile üreticiyi doğrudan buluşturmaya başladı.
Pazarda 10’dan fazla üretim kooperatifi de, çoğu kadın emeğiyle üretilen tarhanadan erişteye, reçelden turşuya çeşitli gıda ürünleri satıyor.
Çiftçiler satıcı
Kadıköy’de pazar günleri kurulan Üretici/Kooperatif Pazarı da bunlardan biri. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin organizasyonuyla açılan pazarda, tezgâh arkasında bizzat sebze ve meyveyi yetiştiren çiftçiler var. O yüzden alışık olduğumuz pazarcı bağırışlarından uzak bir alışveriş deneyimi yaşıyorsunuz. Zaten satıcıların çoğu, toprağa asıl bereketini veren kadın çiftçiler. Ürünlerinin en önemli avantajı da çok taze olması. Çünkü önceki akşam dalından koparılmış sebze ve meyveler geliyor tezgâha. Ancak, her ne kadar “doğal” ya da “ilaçsız” diye satılsa da, sebzelerin pestisit ve kimyasal gübreden uzak yetiştirildiğine ikna olmak pek mümkün değil. Alışveriş için tezgâh başında sohbet ettiğim üretici bir teyze, biraz zorlayınca “Sadece böcek ilacı veriyorum” itirafında bulundu mesela. Diğer yandan, belediyenin görevlendirdiği ziraat mühendislerinin daha az kimyasal kullanmaları için köylülere danışmanlık hizmeti verdiğini de belirtelim. Zaten pazara gelenlerin çoğu, Pendik’e bağlı Göçbeyli sakinleri. Oradaki üretimi belediye birebir takip ediyor. Pazara da gerçekten köylülerin yetiştirdiği ürünlerin getirilmesini sağlıyor.
Orta yol bulunmalı
Fakat belediyenin fiyat konusunda bir düzenlemeye gitmemesi, tüketiciler aleyhine bir durum yaratmış. Aracısız bir pazar olmasına karşın, fiyatlar semt pazarından bile yüksek. Hani; “asıl parayı komisyoncu, halci, pazarcı kazanıyor” diyoruz ya! Burada bu aktörler de olmadığına göre, fiyatların en az yüzde 30 ucuz olmasını bekliyor insan. Ama gelin görün ki, küçük bir kavun 15, biber 10, domates ortalama 5 liradan satılıyor. Üstelik satılan sebze meyvenin fidelerini belediye ücretsiz dağıtmışken. Bu duruma tepki gösterip, zabıtalara şikâyet ileten tüketiciler olduğunu biliyorum. Haksız da değiller. İstanbul’un en önemli merkezlerinden birinde, köylü lehine oluşturulan böylesi bir fırsat, daha çok kazanma hırsıyla gölgelenmemeli. Pazarda ürün satan köylülerin, “Önceden yok pahasına tüccara vermek zorunda kalıyorduk” yakınması da anlamsızlaşır. Pazarın sürdürülebilir olması için fiyat konusunda orta yolun bulunması şart.