Bazılarımızın adını yeni duymaya başladığı, bazılarımızın da çoktan uygulamalarına geçtiği bir tasarım anlayışı permakültür! 1970’lerde Avustralya’da Bill Mollison ve David Holmgren isimli iki bilim insanının uzun süren ortak çalışmalarıyla ortaya çıktıktan sonra tüm dünyada giderek yaygınlaşan bu ekolojik tasarım anlayışı, bize tüm ihtiyaçlarımızı doğaya en uyumlu olacak biçimde, tamamen sağlıklı, bereketli ve sürdürülebilir olarak elde edebileceğimizi, hatta bunları nasıl daha da zenginleştirebileceğimizi anlatıyor.
Kavramın isim babası Bill Mollison, permakültürü “Doğal ekosistemlerin çeşitliliğine, istikrarına ve esnekliğine sahip olan, tarımsal olarak üretken ekosistemlerin bilinçli tasarımı ve bakımlarının sağlanması” şeklinde açıklıyor.
***
Üzerinde yaşayan insanlar ile arazinin, gıda, enerji, barınak ve diğer maddi-manevi ihtiyaçları sürdürülebilir bir şekilde, zarar vererek tüketmek yerine, ahenkle bütünleşerek uyum içinde geliştirilmesine imkân tanıyor.
Permakültür tasarımı; kavramsal, maddi ve stratejik bileşenleri tüm canlıların yararına çalışan bir model içinde bir araya getirmeyi amaç edinen bir sistem. Permakültürün arkasında, doğaya aykırı olmaktan ziyade onunla birlikte çalışma, uzun süreli düşüncesizce hareket etmekten çok uzun süreli özenli gözlem yapma, sistemlerin sadece bir ürününün peşinde koşmasından ziyade onlara bütün işlevleriyle bakma ve sistemlerin kendi evrimlerinin gerçekleşmesine izin verme felsefesi yatıyor.
Sanayi, tarım ve mevcut ekonomik sistem ve umursamazlık nedeniyle çevrenin kirlenmesine, bitki ve hayvan türlerinin birer birer yok olmasına tepki olarak geliştirilen bu kavramın temelinde ‘doğaya rağmen değil, doğayla birlikte hareket etme’ ilkesi bulunuyor.
Bill Mollison, yazdığı ve permakültürle ilgili temel eser olarak kabul edilen ‘Permakültür: Bir Tasarımcı El Kitabı’ adlı kitabında, etik ilkeleri şöyle sıralıyor:
1. Yeryüzüne Özen Gösterme: Bütün yaşam sistemlerinin, canlı cansız bütün varlıkların devamı ve çoğalması için gerekli koşulları sağlamak.
2. İnsanlara Özen Gösterme: İnsanların gıda, barınak, eğitim, tatmin edici iş ve keyifli ilişkilere sahip olarak sağlıklı bir şekilde var olmaları için gerekli kaynaklara ulaşmalarını sağlamak.
3. Nüfus ve Tüketime Sınır Getirme/Üretim Fazlasının Paylaştırılması: Kendi ihtiyaçlarımızı kontrol altına alarak yukarıdaki ilkeleri desteklemek için kaynak ayırmak. Zaman, para veya enerji cinsinden olabilecek bu fazla kaynakları birinci ve ikinci ilkelerin gerçekleştirilmesi için kullanmak, ihtiyacı olanlarla paylaşmak, yani dünyaya geri vermek.
Barbaros Farm
Kerem Yılmaz, şehir hayatından yaka silkip 2019 yılında Bodrum’a yerleşen, genç bir girişimci. İstanbul’da doğup büyümüş. Üniversite eğitimini İngiltere’de, yüksek lisansını da İstanbul’da tamamladıktan sonra bir süre aile şirketinde çalışmış. Bodrum’a yerleştikten sonra Karaova’da, Mumcular’a bağlı ve Yalıçiftlik’e komşu olan Çamarası köyünde bir çiftlik kurmuş.
Size Bodrum sevdalısı diyebilir miyiz?
Kesinlikle evet.
- Bu sevda nasıl başladı?
Ailemize ait bir otelimiz var Bodrum’da. Benim bir ayağım hep buradaydı. Uzun yıllar çok sık gelip gittim. Bodrum, muhteşem bir coğrafyada, muhteşem bir yer. Büyüsüne kapılmamak mümkün değil.
İstanbul’dan neden vazgeçtiniz?
Vazgeçtim diyemem. Sadece Bodrum’da yaşamayı tercih ettim.
Peki neden?
Takım elbise giyip patronculuk oynamaktan çok sıkılmıştım. Benim bir şeyler üretmem lazım dedim. Sonra bir gün canıma tak etti ve ver elini Bodrum.
Bir çiftlik kurma fikri nereden çıktı?
Bodrum; tarihi, kırsal alanları, bağları bahçeleri ile de gündemde olması gereken bir ilçe. Ancak, deniz ve eğlence olarak ön planda olması, sezonunun her geçen yıl kısalması, benim alternatifleri düşünmeme ve farkındalığı olan bir proje yaratmama neden oldu.
Sürdürülebilirlik, kendi yaşantımda da tükettiğim gıdalar ile hayatımda çok uzun süredir vardı. Tarımın yaşadığı sıkıntılar, tarım topraklarımızın her geçen gün yok olması, üzülerek takip ettiğim bir durumdu ve bu konuya dair bir şeyler yapmak istedim.
Bari bir çiftlik kurayım mı dediniz?
Başlangıçta kendi otelimizin temiz ve sürdürülebilir gıdasını üretmek, atıklarını değerlendirmek için çıktığım bir yolculuktu.
Sonrasında neler oldu?
Bu yolculuk, toprağın ve doğanın büyüsü ile her geçen gün daha da güzel ve anlamlı bir hale dönüştü. Barbaros Farm, bugün yolculuğuna 155 dönüm arazinin üzerine konumlandırılmış, 70 yıl boyunca bakirliğini ve doğallığını korumuş bir arazide devam ediyor. Biz bu arazinin doğallığının kıymetini bilerek 2019 yılında çevre tasarımı ile başladık ve 2020 yılında toprağı ata tohumlarıyla buluşturduk. Seramız, zeytinliğimiz, meyve ağaçlarımız, bostan alanlarımız, solucan tesisimiz, kompost ünitelerimiz, mutfağımız, atölye ve üretim alanlarımız mevcut. Çiftliğimizdeki tüm mahsulümüz organik tarım sertifikasına sahip, ancak biz üretimimizi doğal tarım olarak ifade etmeyi tercih ediyoruz. Tohumumuzdan fidemize, fidemizden mahsulümüze kadar her şey doğaya ve insana saygılı. Sistemi, toprağımızda var olan her bir canlının varoluşunun bir nedeni vardır felsefesi doğrultusunda tasarlıyoruz.
Sürdürülebilirlik, en önem verdiğimiz nokta ve çok şükür biz sürdürülebilir bir çiftliğiz.
Sürdürülebilir tarım ne demek?
Sürdürülebilir tarım, yeterli ve kaliteli gıda maddesinin uygun maliyetlerde üretimi, tarım yapılan arazinin, çiftçilerin, çevrenin ve doğal tarım kaynaklarının korunmasını geliştirecek sistem ve uygulamaları içerir.
Mesela, biz ürün fazlalığımızı hatta çöpümüzü bile dönüştürebiliyoruz. Bunun yanı sıra biyoekolojik çeşitlilik de bizim için çok önemli ve değerli. Bu sebepten, bu yıl ekim sistemimizi kişiye özel bahçe (topluluk destekli tarım) sistemine geçirmeye karar verdik.
Peki, nedir bu sistem?
Topluluk destekli tarım aslında çok uzun süredir var olan bir tarım modelidir. Üretici-tüketici bağı çok güçlü bir model.
Tüketicinin bir üretici ile sözleşme yaparak sezonluk alım garantisi vermesini, ön ödeme yapmasını, tarımsal riskleri ve ödülleri paylaşmasını içerir.
Mesela biz arazimizde uygulayacağımız bu sistem için başvuran tüketicilerimizle birlikte, kendi mutfaklarının ihtiyaçları doğrultusunda ortak bir bahçe tasarımı yapıyoruz. Bu bazen 150 metrekare oluyor, bazen 3 dönüm. Tüketicilerimiz, bu üretim sürecinin içine istediği kadar dahil olarak, permakültür sisteminde dizayn edeceğimiz bahçelerini bir eğitim bahçesi olarak da kullanabiliyorlar. Doğru ürün yetiştirme, hasat ve hatta ürün fazlalıklarını değerlendirebilecekleri kadim kiler kültürü atölyelerimize katılabiliyorlar. Böylelikle biz suyumuzu, tohumumuzu daha efektif kullanırken, tüketicilerimiz de doğru gıdanın yolculuğunu bire bir gözlemleyip deneyim sahibi oluyorlar.
***
Kendi meyvemizi, sebzemizi yetiştirelim diyorsanız, ama bunu yapmak için yeterli alanınız yoksa, işte size alternatif bir imkân.
Barbaros Farm’da ekim alanlarının dışında, kendi taze ürünlerinizi toplayabileceğiniz sepet alanları da var. Çiftlik turuna katılırsanız, ekim alanlarını ve taze ürünlerin nasıl yetiştiğini görebiliyor ve isterseniz sonrasında kendi ürünlerinizi hasat etmeyi deneyimleyebiliyorsunuz.