Eller günahkâr
Diller günahkâr
Bir çağ yangını bu bütün
Dünya günahkâr
Masum değiliz, hiçbirimiz
Sezen Aksu’nun ‘Masum Değiliz’ şarkısının hep bu dizelerini mırıldanıp duruyorum. Her felaketin temelinde insan! Her kötülüğün halay başı insan! Her karmaşanın kepçesi insan! Kötü insanlar var tamam da, İyi insanlar da var. Peki niye kötülük hüküm sürüyor. Neden iyilik zar zor ve nadiren kazanan taraf oluyor. İnsanı kötü yapan şey kimlikler, ideolojiler, mezhepler değil. Kötülük de, iyilik de insanın kişiliğinde. Kötülük de, iyilik de şu fani dünyada hangi tarafta olacağının kararı.
“Dünya çok acı çekiyor. Ama kötü insanların şiddetinden değil, iyi insanların sessizliğinden” demiş Napoleon Bonaparte.
Şöyle bir bakıyorum da kötülük, iyiliği hep dövüyor. İyilik kan revan içinde. Kötülük dünyayı ele geçiriyor. Kötüler birbirlerine daha destek, kötüler daha kenetli, daha organize, daha inatçı, kötüler daha savaşçı. Kötülüğün bayrağını dikene kadar pes etmiyorlar.
Uygarlık gelişti ama pek çok bakımdan hâlâ adaletsiz ve ilkel. Daha güzel bir dünya özlemi ile hayatta kalma savaşı arasındaki çelişkiler çoğumuzu hasta ediyor. Tertemiz, günahsız doğmuş birinin kalbi, sonradan kirlenip örselenerek kaskatı, çirkin ve bambaşka bir nesneye dönüşebiliyor. Masumiyet kayboluyor... Masumiyetin kaybıyla kötülük doğuyor.
Ve işte bugün silah sesleri arasında anılarından, kaderlerinden, topraklarından kaçmaya çalışan yüz binlerce insan var. Ve bugün hemcinslerinin sesi olmaya çalışan kadın gazeteciler ve aktivistler, artık kendi hayatlarından endişe ediyor. Ve bugün Afganistan’daki çocukların, özellikle de kızların geleceği oldukça karanlık.
Herkes kendi kaderini yaşar, kaderini kendin yazmak istersin ama bazen kalemini başkası tutar, sen sadece izlersin…
İtfaiyecilik meslek mi?
Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde itfaiyecilik meslek olarak tanınıyor, ayrı bir önem veriliyor. Amerika, Kanada, Almanya, İngiltere gibi ülkelerde itfaiyecilik mesleğinin saygınlığı var.
Türkiye’de onca yangınlarda bugünlerde gece gündüz mücadele eden itfaiye teşkilatına verilen önemden bahsedecek olursak, halen meslek grubu olarak görülmemekte! Evet yanlış duymadınız itfaiyeci deniyor, itfaiyecilik meslek yüksekokulları var lakin meslek gruplamaları yok. Resmiyette doktor, avukat, öğretmen, polis gibi. Belediyelerde genel hizmet sınıfında kabul ediliyorlar. Yıllardır itfaiyeciliğin Türkiye’de meslek olarak kabul edilebilmesi için çalıştayları yapılıyor.
Minik bir mutluluk
Günlerden pazar, saat sabahın 8’i. Evimizin yakınındaki ekmek fırınının önünden geçiyorum. Ohhhhh, mis gibi kokular geliyor içerden. İtiraf edeyim, kokuya teslim oldum. Vücudum seratonin pompalamaya başladı. Ekmekten, börekten, poğaçadan ve aslında her tür hamur işinden kaçmaya çalışıyorum ama fıtratımda ‘hamur aşkı’ var. Elbette ilişkimizi belli bir seviyede tutmaya çalışıyorum. Elbette sık sık görüşüp yüz göz olmaya gerek yok. Elbette araya özlemin girmesi iyi olur, biliyorum. Ama ona karşı olan hislerime yenik düşmem hep an meselesi. Ve işte yine yenik düşüyorum.Bir buket olmuş şahane kokular... Mıknatısın metali çektiği gibi çekiyor beni. Hem de var gücüyle. O sabah fırının önünde hatırı sayılır bir kuyruk vardı. Herkesin maskeli olduğu ve sosyal mesafe kuralına uyulan bir kuyruk. Kuyruğa yeni gelen diğerlerine günaydın diyor. Herkes gülümsüyor. Acaba fırından yayılan kokular mı buna sebep diye düşünmedi değilim. Zira, bu davranış tamlamasına denk gelmek biraz zor. Sıra bana gelince, vitrinde ne varsa hepsinden aldım. Simit, zeytinli açma, otlu börek, peynirli ve susamlı poğaça... Seratonin sarhoşluğu diyelim. İşte, aslında mutluluk dediğin şey, poğaçanın üzerindeki susamda bile bulunabiliyor.
Daha fazlasına sahip olmanın bizi mutlu edeceğine inansak da, azıyla yetinemeyenin daha fazlasıyla mutlu olmasının imkânsız olduğunu hep göz ardı ediyoruz. Mutluluk, aslında daha fazlasını elde etmekle değil, paylaşmakta, başkalarını mutlu etmekte saklı...