Japon yazar Masumi Toyotome’nin sevgi ve sevginin şekillerine değindiği, “Her Şeye Rağmen Sevgi” adında, minik bir el kitabı var. “Dünyada sevilmek istemeyen var mıdır? diye başlıyor sözlerine. Ve sonrasında, “Sevgi nedir? Acaba bunu gerçekten biliyor muyuz?” diye sorguluyor. “Eğer, Çünkü ve Rağmen” sevgi türlerini adlandırdığı anahtar kelimeler.
Eğer sevgisi
Yazar, belli beklentilerin karşılanması halinde verilecek sevgiye bu adı takmış. Mesela şöyle örnekler veriyor; “Eğer söz dinlersen annen ve baban seni severler. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim.”
Amaç verilecek sevgi karşılığında bir şeyler kazanmak. Tayatome, en çok rastlanan sevgi türünün ‘bir şarta bağlı ve karşılık bekleyen sevgi türü’ olduğu düşüncesinde. Yazara göre evliliklerin pek çoğu “eğer” türü sevgi üzerine kurulduğu için uzun soluklu olamıyor. Bunun gerekçesini ise çiftlerin birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerinde
abarttıkları romantik görüntüye aşık oldukları için beklentiye girmeleri ve bu beklentiler gerçekleşmediğinde yaşanılan düşkırıklıkları olarak açıklıyor.
Çünkü sevgisi
“Bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey başardığı için seviliyor. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlı” diyor yazar.
Güzel olduğu için seviyorum. Yakışıklı olduğu için seviyorum. Popüler olduğu için seviyorum. Güven verdiği için seviyorum. Hoş vakit geçirdiğim için seviyorum. Komik olduğu için seviyorum. Başarılı olduğu için seviyorum…
Tayatome, “Çünkü” türü sevginin, “Eğer” türü sevgiye oranla bir çıt daha tercih edilebileceği kanısında. “Eğer” türü sevgi, beklenti koşuluna bağlı olduğu için bir süre sonra büyük ve ağır bir yük haline gelebilir ama zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmek yani “Çünkü” türü sevgi egomuzu bir hayli okşar diye ekliyor.
“Toplumlardaki sevgilerin çoğu ‘Çünkü’ türünden! Bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür” diyen yazar, “Çünkü” türü bir sevginin asla gerçek ve sağlam bir sevgi olamayacağı gerçeğine de vurgu yapıyor.
Rağmen sevgisi
Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için “Eğer” türü sevgiden, sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için ise “Çünkü” türü sevgiden apayrı bir sevgi türü. “Rağmen” sevgisinde insan “Bir şey olduğu için değil, bir şey olmasına rağmen” seviliyor. Dünyanın en çirkin, en bencil, en kibirli, en kıskanç insanı olması hiç önemli değil. Başarılı veya çekici olması ya da zengin bir konum elde ederek sevgiyi kazanması da gerekmiyor. Karşımızdaki insan, kusurlarına rağmen, koşulsuzca ve olduğu gibi seviliyor. Bütünüyle çok değersiz gibi görünse bile en değerli gibi seviliyor.
***
Masumi’nin son sözlerinde umutsuzluk hakim! “Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekliyoruz ama unutmayalım ki o da aynı şeyi başkasından bekliyor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var. Kimsede başkasına verecek fazlası yok. Dünyadaki en büyük kıtlık ‘Rağmen türü’ sevginin yeterince olmayışı” diyerek bitiriyor kitabını.
Minik bir tadım
Aynen yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi... Açlığımızı biraz bastıracak kadar. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım, sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz. Birini çok sevmek, onu doğru bir biçimde sevmek ile aynı anlama gelmez çünkü bazen bu ‘çok’ olarak adlandırılan miktar, ihtiyaç duyulan duygusal ve ilişkisel bazlı nitelikler ile uyuşmaz. İlişkiye dahil olan taraflar birbirlerine saygı duymuyorsa, ne kadar çok sevildiğinin bir önemi yok!
Hayat sofrası
Bir gün ermişlerden birine, “Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?” diye sormuşlar. “Bakın göstereyim” demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da “derviş kaşıkları” denilen 1 metre boyunda kaşıklar. Ermiş; “Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye şart koymuş. “Peki” demişler ve içmeye çalışmışlar. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine “Şimdi...” demiş ermiş. “Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe”. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. “Buyurun” deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşılarındakine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
“İşte” demiş ermiş. “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim karşısındakini düşünür de doyurursa o da karşısındaki tarafından doyurulacaktır şüphesiz. Şunu da unutmayın: Hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman...”