Duygularımız... Ruhsal gelişimimiz için ihtiyaç duyduğunuz donanımımız; zihinsel ve fiziksel sağlığın temeli; ilişkilerimizi sezgisel bilgilerle zenginleştiren ve duyarlılığımızın rehberliği ile daha bilinçli bir hayat sürmemize neden olan, en önemli servetimiz. İzlememiz gereken doğru yolu gösteren ‘içsel pusulamız’... Bizi biz yapan enerji kaynağımız. Sağlıklı ve dengeli ilişkiler kurmadaki bütünlüğü sağlayan en önemli unsurlardan birisi, belki de en önemlisi iç dünyamızın aynası olan duygularımız.
İnsan yaşamında bu denli öneme sahip olan duygularımızı fark etmek ve ifade etmek de bir o kadar önemli. Fakat çeşitli sebeplerden ötürü birçoğumuz duygularımızı fark edip ifade etmekte sorunlar yaşarız.
Çoğumuz, duygularımızı geldiği gibi yaşama, dışarıya vurma ve hatta ifade etme konusunda biraz ürkek ve biraz da acemiyiz. Halbuki, hepimizin iç cebinde çocukluğumuzun duygu tecrübesi ve yaşanmışlıkların bilgeliği var. Biliyoruz ki, içimizdeki en derin yaraların sesini duygularımız aracılığıyla yaşadık; iyileştirecek şifaya onlarla ulaşabildik. Duyguları saklamadan, kimseden saklanmadan ve baskı altına almadan doya doya yaşamak lazım. Kendimizi engellemeden, geldiği gibi, olduğu gibi yaşamak; hakkını vererek, kıymetini bilerek...
Duygular, hedefe yönelik davranışlarımızın itici güç kaynağıdır. Düşüncelerimiz ise hedefe ulaşmak için hangi davranışları sergileyeceğimiz konusunda bize yardımcı olur. Duygularla dost olmak gerekir. Mesela neşeyle, mesela mutlulukla... Ve gerekiyorsa, mesela hüzün ve acıyla! Duygularını fark edip ifade edenler, onlarla nasıl başa çıkacaklarını da bilir.
***
‘Hiç yeri değildi’ diyeceğiniz bir anda, kaybettiğinizin acısı mı doldu içinize, akıtıverin gözyaşlarınızı; haykırın; anlatın; yaşayın acınızı.
Mutluluktan havalara mı uçtunuz; paylaşın hislerinizi. Öyle bir paylaşın ki yüzünüz de, sözünüz de aynı şeyi anlatsın.
Bırakın mutlulukla hem kimyanız hem de hücreleriniz değişsin.
Sıkılmadan, utanmadan, çekinmeden patlatın kahkahayı; çınlasın ortalık.
Sıkı sıkıya ve şükranla sarılın duygularınıza.
Duygu körlüğü ‘aleksitimi’
Hani bazı tipler vardır, ne duvarlarını yıkabilirsiniz ve ne de sınırlarını aşabilir. Küçük bir üzüntüyü, bir sıkıntıyı, bir heyecan veya minicik bir mutluluğu bile beraber yaşamak neredeyse imkânsızdır bu tiplerle. ‘Hiç mi duygusu yok?’ diye düşünür, soğuk ve mesafeli duruşuna sinir olursunuz. Duygu alışverişi olmayınca da dikiş tutmaz o ilişki. Ama gelin, siz yine de sinir olmayın bu tiplere; zira bu hissi uyandıran insanlardan birçoğu gerçekten de bizim, sevgi, üzüntü, mutluluk, aşk, acı, sevinç, keder, nefret, coşku, hırs, öfke vb. gibi isimlerle tanımladığımız hiçbir türden duyguyu tanımıyor. Bu duyguların farkındalığından habersizler ve dolayısıyla bunları söz ile ifade edebilme yeteneklerinden de yoksunlar. Bilmedikleri, yaşayamadıkları duyguları aktarma veya paylaşma gibi bir konforları yok maalesef.
İşte bu insanları tanımlayan kelime, duygusuzluk, duygu sağırlığı ya da duygu körlüğü olarak da ifade edilen ‘aleksitimi’.
Bu durum duyguları algılama, tanımlama, açıklama konusunda yetersiz olma hali.
Uzmanlar bunu, duyguları işlemekle görevli sinirsel devrelerin ‘kısa devre’ yapmasına bağlıyor.
Yani, diyelim kişinin kalp atışları hızlanıyor; ancak bunu tetikleyenin ‘heyecan’ olduğunu bilmiyor; çünkü, duyguları işleyen devrelere böyle bir mesaj ulaşamıyor.
Aleksitimi, başlangıçta psikosomatik kuramcılar tarafından ruh sağlığı alanında psikosomatik bir durumu ve belirtiyi anlatmak amacıyla ortaya atılmış bir kavram. Ama daha sonraları sadece psikosomatiklere özgü bir durum olmadığı, sağlıklı bireylerde de sıkça görüldüğü anlaşılmış.
Hatta günümüzde yaygınlığının hızla arttığı konusunda da yaygın bir kanı var. Çağımızın modern toplumlarında, hızla artan nüfus ve gelişen teknoloji ile birlikte, karmaşık ve doyumsuz insan ilişkileri arasında yalnızlığa sürüklenen günümüz insanında, bilgisayar ve internet kullanımının yaygınlaşmasına paralel olarak aleksitimik özelliklerde artış olduğu gözlenmeye başlanmış.
Aleksitimi genetik nedenlerle de oluşabildiği gibi, yetiştiğimiz ortam veya yaşadığımız bir travmanın sonucu da olabiliyor.
Örneğin, sosyalleşmeyle çok yakından ilişkili olduğu düşünülüyor. Ayrıca anne babası ile beraber iyi sosyalleşememiş çocuklarda, beynin duyguları tanıma bölümünün yeterince gelişemeyebileceği de olası nedenler arasında.
Bir bulgu da, kadınların erkeklere göre daha sözel olduğu, bu nedenle aleksitiminin erkeklerde daha sık görüldüğü yönünde.
Peki, tedavi ile aleksitimiyi yenmek mümkün mü?
İnsanların duygularıyla yüzleşmesi ve duygularını fark edebilmesi adına bir tedavi süreci başlatmak ve bu hastalığı alt etmek mümkün! Şöyle ki, uygulanacak duygusal ve bilişsel terapiler, yapı psikoterapi bu hastalık üzerinde olumlu sonuçlar yaratabilir. Psikoterapiler sayesinde hasta duygularını fark etmeye ve haberdar olmaya başlar. En önemlisi de olaylar karşısında ne hissettiğini anlayabilir.