Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

... 90’lı yıllarda yapmadığın tercihlerin bedeli, üzüntü duymaktan çok daha fazlaydı. O gece, eşiyle birlikte çok sevdiği arkadaşlarının yanındaydı. Kapı çalındı, Süheyla ve Necati Aydın’ın misafirliğe gittikleri arkadaşları Mehmet Ay ve eşi kapıyı açtı....

Dördü de gözaltına alındı. Süheyla Aydın ile Hafif Ay, serbest bırakıldı. Eşleri ise birkaç gün sonra DGM’ye çıkarıldı. “Serbest kalsınlar” kararı çıktı ama Aydın ile Ay o kapıdan dışarı çıkamadı... Bir beyaz Toros, adliyenin arka kapısından ikisini de aldı...
Ayrımcılık bir hastalıktır, gözleriniz her şeyi görürken yaşadığınız körlük de öyle.
Başını yana çevirmekle başlayıp, “Sadece onlara mı haksızlık edilmiş?” cümlelerine kadar uzanan, “ama”, “fakat”, “o da” ifadeleriyle dolu, tedavisi güç, kötücül ve “ölümcül” bir hastalık.
***
JİTEM’le ilgili açılan hiçbir davadan bugüne kadar sonuç çıkmadı.
Yargılananlar devlet kayıtlarında bile “savaş şehidi” olarak kaydedilmiş yeri yurdu belirsiz sanıklardı.
1999’da açılan ilk dava, Diyarbakır’dan bir başka ile yollandı.
Lice’nin yakılmasıyla ilgili dava bir başka kente, Musa Anter’in öldürülme davası bir başkasına.
Dosyalar içinden çıkılmaz biçimde dallandırılıp budaklandırıldı.
Son olarak, son duruşmasında bütün sanıklar için beraat istenen Cizre JİTEM davası da farklı değildi.
“Yasa dışı delil” diye bağıranlara kulak tıkayanların bir anda keşfettikleri yasa dışı kanıtların bu davada da olduğu varsayıldı.
Askeri savcılıklara gönderilen diğer dosyalardan da sonuç çıkmadı.
Dolaştırılan dosyalar, zaman aşımına sokulmak üzere kurgulandı.
2007’den bu yana demokratikleşme ve darbeleri engelleme gerekçeleriyle açılan davalara ilgili ilgisiz kişiler, yasa dışı delillerle sokuldu.
Derin ortaklıklar bozulduğunda, o kişi ve eylemlerle ilgisiz kişilerin masumiyetinden yararlananlar da zaten hiç yargılanmamış oldukları suçlardan kurtuldu.
Ne hakikat, ne yüzleşme.
Bu davalarda yargılanan, ismi “JİTEM’in komutanları” olarak geçen kişilere bile bir gün olsun faili meçhuller sorulmadı.
Türkiye’ye özgü “Düşmanını yok et” yargılamalarından geriye sonraki kuşaklara kalmış bir karanlık kaldı.
Gerçek sorumlularla, olmayanlar karıştırıldı.
Ama ne yaparsanız yapın, zaman, bazen unutturmuyor yaşananları.
***
Necati Aydın, Diyarbakır’ı bırakmıştı.
Sağlık Emekçileri Sendikası’nın İl Başkanı.
Gözaltına alınıyor, tehdit ediliyor, yürürken bile rahat bırakılmıyordu.
90’lı yıllarda yapmadığın tercihlerin bedeli, üzüntü duymaktan çok daha fazlaydı.
O yüzden Diyarbakır’dan ayrıldı.
Bir gün rüyalarına dayanamadı, akraba ve arkadaşlarını ziyaret için kente döndü.
O gece, eşiyle birlikte çok sevdiği arkadaşlarının yanındaydı.
Kapı çalındı, Süheyla ve Necati Aydın’ın misafirliğe gittikleri arkadaşları Mehmet Ay ve eşi kapıyı açtı.
Diyarbakır’da herkes bilirdi o korku filminin başlangıcını.
Dördü de gözaltına alındı.
10 günlük sorgulama sürerken, Süheyla Aydın ile Hafif Ay, serbest bırakıldı.
Eşleri ise birkaç gün sonra DGM’ye çıkarıldı.
“Serbest kalsınlar” kararı çıktı ama Aydın ile Ay o kapıdan dışarı çıkamadı.
Bir beyaz Toros, adliyenin arka kapısından ikisini de aldı.
***
Toros’a binenlerin akıbeti değişmezdi.
Necati Aydın ile Mehmet Ay da kurtulamadı.
İki isim, önce varlığı tartışılan JİTEM’in herkesçe adresi bilinen merkezinde sorgulandı.
Sonra yeniden bindirildikleri Toros’un adresi sonu belli bir karanlıktı.
9 Nisan 1994’te Silvan’ın Pamuklu Nehri yakınında köylüler üç ceset buldular.
Üçünün de elleri bağlı, gözleri bantlıydı. Enselerinden sıkılmış tek kurşun canlarını almıştı.
Birinin parmağındaki alyans çıkarıldı, “Süheyla” yazıyordu, savcılık, gözaltı kayıtlarından kimliğine ulaştı.
Necati Aydın ve Mehmet Ay’la, kayıp üniversite öğrencisi Ramazan Keskin’in cesetleri alyanstaki isimle aydınlandı.
***
Savcılık, “örgütün, yandaşlarını öldürüp, faili meçhul gibi göstererek AİHM’ye dava yolunun açılmasını amaçladıkları” gerekçesiyle dosyayı kapattı.
AİHM’nin gördükleri ise bambaşkaydı.
AİHM, Türkiye’ye “belge gizlediği için üzüntülerini bildirdiği” kararında 3 ismin öldürüldükleri sadece devlete ait araçların geçebildiği yoldan geçilerek gidildiğini bile aydınlattı.
Tam da AİHM kararının çıktığı dönemde, itirafçı Abdülkadir Aygan, bu cinayetleri de anlattı.
Mahkemenin olacağı tarihi öğrenip adliyeye gitmişler, serbest kalan iki ismi dışarı çıkmalarına izin vermeden adliyeden kaçırmışlardı.
İşkenceli sorgudan geçirmişler, işleri bitince de arabaya koymuşlardı.
İsmi şimdi “kahraman” yazılan ve intihar eden JİTEM komutanı, arabadan indirdiklerinde “kafalarına sıkmıştı”.
Bu itiraflar ve karardan sonrası mı?
Sonra hiçbir şey olmadı.
Çocuklar büyüyüp öfkelendi, tıpkı babalarını gencecik yaşta toprağa veren bütün çocukların çok öfkelendiği gibi.
Alyanslar boyunlara, hesabının sorulacağı sözleri verilen çerçeveler baş köşelere asıldı.
Bir sürü ömür adliyelerde, meydanlarda sonlandı.
Değişmeyen devlet aklı, köşelere saklanıp, en uygun zamanda oynadı oyunlarını.
Yine yapılamıyor, adaletin sağlanamadığı bir ülkenin bitmeyen sahte hesaplaşması.