Uyarılar daha apart-manın girişinde başlıyor:
“Enfeksiyon riskinden dolayı...”
1996’da, 2000’de de ölüm orucu eylemlerini takip etmiştim.
Bittiğini sandığın ne varsa yeniden gördüğün memleket.
Bu küçük ev, mesleklerinden ihraç edilen Semih ve Esra Özakça’nın.
Semih, ağrıyan ayaklarını uzatmış, gülümseyerek karşılıyor bizi.
Salona girebilmenin tek koşulu var:
Antibakteriyel jel ve sağlık maskesi.
Kırılacakmış gibi ama dimdik duran oğlunun her küçük hareketini izleyen annesi.
“Ayaklarım ağrıyor, uyutmayacak kadar. Öyle uykusuzum ki konuşurken içim geçiyor.”
Önünde şeker, su.
Açlık grevi eyleminin 291. gününde 86 kg.’dan, 45 kg.’a düşmüş, rengi bembeyaz.
Yiyorlar demek!
Eşine destek için açlık grevine başlayan Esra Özakça da 216. gününde eyleminin.
57’den 41’e kadar inmiş kilosu.
‘Zamanıkalmadı ki’
Semih’in zihni çok berrak:
“Bizi tutukladılar. Bakın işte beraat ettim. Nuriye ablanın da beraati gerekiyordu. O’nu da tutamadılar. Eski davalar diyorlar. Savcı beraatimi istedi orada da. OHAL Komisyonu ilk kararlarını vermiş. Bunca aydan sonra, 100 bin kişinin başvurusu varken, 100 karar. Kimin hakkında belli değil? Zaman bizim için herkesle aynı akmıyor ki. Bir dakika bile farklı geçiyor. Açlık, zamanı farklılaştırıyor. Bizim zamanımız kalmadı ki. OHAL Komisyonu, işe iademize karar verse de bunca zaman sonra adaleti sağlamış olmaz. Ama bir karar vermeleri gerekiyor.”
Esra Özakça, kendisi bir deri bir kemik kalmamış gibi kalkıp uğurluyor bizi.
Yüzünde eksik olmayan, insanı şaşırdığına utandıran gülümseme.
Birkaç kilometre ileride Nuriye Gülmen’in evi.
Penceresinin önü çiçek bahçesi.
Yine antibakteriyel, sağlık maskesi, galoş.
Salonda Yüksel Caddesi’nin dev fotoğrafı, “hocama dokunma” atkısı, hasta yatağı.
Gülmen, ağır adımlarla giriyor içeri.
Bir insan nasıl bu kadar zayıflar, sadece 34 kilogram.
Bakımla çıkıyor misafirlerin önüne, sıfır bedenin bile bol geldiği kıyafetleriyle:
“Önce komisyonun kararlarını görelim. Benim hakkımda bir karar verildi mi bilmiyorum ama ne yapacağım soruluyor. Bana ceza verildi mahkemeden itirafçı ifadesiyle, Semih’e beraat. Direnişi bölmekti amaç. 120 gün Yüksel Caddesi’ne gidip işimi istedim. Dağ taş duydu, duymadılar. Üzerine açlık grevine başladım. 291 gün oldu. Tutuklandım, durduk yerde bir de ceza aldım. Pişman mıyım, değilim. Çıktığımdan bu yana tek bir kişi suçlu olduğumu söylemedi. Halk biliyor, haklıyım. İşimize döneceğimizi de biliyorum. Sadece işimi istedim ben. Çok öfkeliyim ama mutluyum. Manevi olarak da çok rahatım, içim çok rahat.”
Karar verilsin
Bu yürek ağrısını tanıyorum.
Ölümün dakikalarına göz diktiği insanlara tanıklığın utangaç ağırlığı bu.
“Yiyorlar, aslında örgüt talimat vermiş, beka meselesi...”
Hiçbir önemi yok.
İki gencecik insan karşımızda eriye eriye bitiyor.
Evrensel hukuka göre verilmiş bir karar bekledikleri.
Vicdan kapısı, gidip herkes konuşabilir, orada duruyor.
Ve o kapıdan geçmek, insanı “adalet kapısı” ile yüzleştiriyor.